14 Haziran 2014 Cumartesi

Parkede dev bir adam

İyi yer tutup reboundu alıyor, koç arkasından bağırıyor “götür kendin at, götür kendin at” Potaya yaklaşıp turnike adımına başlarken koçu bir kez daha bağırıyor “sol,sol…sol elle at !”

Adımlar tutuyor ama  el olmuyor, sağ elle atıyor. Yanında koşan savunma oyuncusu da çok iyi sıçrıyor ama topunu kesemiyor, basket !

Koç "oğlum ben sana sol elle at demedim mi ? Sağ elle zaten atıyorsun, idmanda sol elle atmazsan maçta nasıl atacaksın ? " diye kızıyor ve yan tarafı gösteriyor “gel kenara, değiş Mehmet ile ! ”

Turnikeyi hem de kendinden uzun rakibine rağmen atmış ama yine de koçun gazabına uğramış genç köşede bir yudum su içiyor, terini siliyor. İçinden  "ama bu haksızlık" diyor. “Ha sağ el ha sol el, ne fark edecek. Yeter ya bırakacağım basketbolu”

Sonra düşünüyor...Sadece atmaya şartlanmasaydı, kaçırmaktan korkmasaydı sağ el yerine sol elle atabilirdi. Babası ile parkta sol elle turnike çalıştığı günleri hatırlıyor ve karar veriyor, bir daha soldan turnikeye girdiğine sol elle atacak.

1 saat sonra gencin idmanı bitecek, saat 21 olacak,metrobüsle evine dönecek.

Evin kapısını açıp girerken annesi ocağın altını açıp yemeğini ısıtacak.“Anne yemek yiyecek halim yok” diyecek ama annesi itiraz dinlemeyecek ."Aç karnına olur mu evladım, çorbanı içerken ben yemeğini getiriyorum" diyecek. Babası idmanının nasıl geçtiğini soracak, sol el konusuna girmeden “iyiydi baba, çok sağlam çalıştık” diyecek. Aklına yarına olan ama hiç dokunamadığı ödevler gelecek …

Bizim sol elle turnike atmaya karar veren genç ve binlercesinin benzer öyküleri var. 

Elene elene gidecekler ve çok az bir kısmı ilerleyip basketbolculuğu meslek olarak seçecek . İlk profesyonel maçlarına çıktıklarında son 10 yılda bin defa onları arabayla idmana götürmüş ve beklemiş babaları, bin kez yemek ısıtmış, eşofmanlarını bir gün kirli bırakmamış anneleri de tribünde olacaklar. O anne babalar, onların ilk sayılarını alkışlarken yılların yorgunluğunu da unutuverecekler...

Koçlar, basketbol hikayelerinin henüz ortasında olan gençlere “işine saygıyı” anlatırken, annesini toprağa verip, içinde kopan fırtınalara rağmen maça çıkan Oğuz Savaş’ın hikayesini anlatacaklar. “O maçta Fenerbahçe 3-2 öne geçerken takımının en iyisiydi. Sahaya girerken de çıkarken de salonda  herkes ayaktaydı ve  onu alkışlıyordu ” diyecekler.

Belki, sakatlıktan dönüp takıma nasıl kendini kabul ettirdiğinden, yıllarca  faul atışlarını geliştirmek için ne kadar çok çalıştığından da söz edecekler.

Her başarılı basketbolcunun kariyerinde müthiş özveri hikayeleri vardır. Dün gece bir tanesine daha Ataşehir Ülker Arena’yı dolduranlar, televizyon başındakiler şahit oldular.

Fenerbahçe şampiyonluğa 1 maç daha yaklaşırken yazılabilecek daha anlamlı bir hikaye yoktu ve sahada 2 metre 13 santimlik dev bir adam vardı.




1 yorum: