29 Aralık 2015 Salı

2015'de okuyup çok beğendiklerim.

Geçen yıl okuma hikayeme şu yazıyla bir giriş yapmıştım.

2015 en fazla sayıda kitap okuduğum sene oldu. Ayrıca sayfa sayısında da rekorumu kırdım. Mutluyum :)  

Bu yıl biterken twitter'da beni takip edenlere "kaç kitap okuyorsunuz ?" diye bir anket yaptım. Çok okuyanların adet vermesini rica ettim. Sonuçlar ilginçti. Bu anket sonucunda tanışıp takip ettiğim kişiler oldu, yeni yazarlar, siteler öğrendim. Goodreads'i kullanıp, onlarca yorum okudum.

2015'de  insanlık için küçük kendim için büyük bir adımı attım. Tankut Taner Çelik'in teşvik ve ısrarı ile e-book okumaya başladım. Daha önceleri "kitap dediğin elinde tutulur, koklanır, kütüphaneye koyulur" diyenlerdendim, hala da öyleyim ama ilk e-book'tan sonra fikrimi bir parça revize ettim. Yurt dışından alıp kargosuna kitaptan çok para verdiğim, zor bulduğum İngilizce kitapları e-book olarak okuyabilirim ve telefonumdan metro'da bile okuyabilirim fikrine ısındım.  Kindle, Kobo Books ve İfedix kitaplık süratle hayatıma girdiler. Henüz 2 e-kitap bitirebildim, elimde de epey var ama gelecek yıl 10 civarı e-kitap okumuş olmayı hedefliyorum.

Gelelim senenin  beğendiğim etkileyici kitaplarına.

Öteden beri(1987) tarzını çok beğendiğim Orhan Pamuk'un "Kafamda Bir Tufalık" bence en güzel ve Masumiyet Müzesi'nden sonra en rahat  okunan kitaplarındandı. 

Geç keşfettiğim Dave Eggers'ın Kral için Hologram bu yıl okudum müthiş bir romandı. Hızımızı Tadacaksınız da bu yıl okuduklarımdan. Dave Eggers'ın Hornby tadında "konuşurmuş" gibi ve ince mizahlı bir üslubu var ve ben çok seviyorum. Vahşi Şeyler masamda duruyor, 2016'da ilk fırsatta okuyacağım.

Moda'da geçen Berlinli Apartmanı romanıyla çok beğendiğim Yaprak Öz'ün bir bölümü Büyükada'da geçen ikinci romanı  Şeytan disko  ilkinden bile güzeldi. Büyükada demişken, bir gün vapura yetişirken aldığım Alberto Modiano'nun Büyükada Arkamdan Bakar kitabı, Büyükada'nın yetişemediğim yıllarından naif bir hayatın hikayesi olarak beğendiklerim arasına girdi. Kitapta geçen dükkanın yerini tahmin ediyorum, kesinleştirmek için yanındaki emlakçıya soracaktım, unuttum. Şimdi  yazarken aklıma geldi.

İran'ın bir nükleer denemesi için Dilovası'ndan seçilen bir reklam yıldızının hikayesini anlatan Yutturmaca-Rasim Açba ve 53.Risale -Osman Balcıgil Temmuz sıcağında geceleri sahur vaktini beklerken okuduklarımdan.

Bir arkadaşım "Issız bir adaya giderken yanıma üç kitap almak zorunda kalsam bir tanesi Eduardo Galeano'nun Aynalar'ı olur" demişti. Issız olmasa da sessiz ve sakin bir adaya giderken yanımda götürdüm. Çok zengin bilgilerle dolu bir kitapmış.

Bülent Sağman ülkenin keşfedilmemiş dahi yazarlarından. Büyücü Tekir (okuduğum en iyi futbol kitaplarından biridir ) ve Her Şey Akar kitaplarını okumuştum. Korkuyorum Sevgilim de onlar kadar güzeldi. Okumadığım tek kitabı kaldı, İkinci Hanımefendi. Onu da aldım, hazırda bekliyor. Büyücü Tekir'in bir de çizgi romanı var: Bir Zamanlar Sahalarda. Onu da futbolseverlere tavsiye ederim.  

Cahide Birgül'ün hazırladığı Aklın Yolu Bindir- Talat Halman kitabı'ndan çok etkilenmiş ve kitap için sayfamda yazmıştım

Dilek Neşe Açıker Gündüz Kelebeği romanını hazırlarken yazdığı bölümünü okutmuş fikrimi sormuştu. İlk defa duyduğum bir konu demiş ve çok beğendiğimi söylemiştim. Yalan söylemeyeceğim arkadaşlarımdandır ! Kitabı yayınlandı ve Neşe bence ilk kitabının çok ötesine geçti, şimdi üçüncü kitapta beklentim daha fazla. 

En çok kitap sohbeti yaptığım Alper Almelek mutlaka okumalısın deyince alıp 1,5 günde Emile Ajdar'ın Onca Yoksulluk Varken'ini  okudum. Emile Ajdar'ın hikayesi de ilginç...

Ahmet Zeki Muslu'nun Mor Cepkenliler'i Ege, Kurtuluş Savaşı, Zeybekler üzerine nefis bir roman. Önceki kitapları da alınacaklar listemde.

Bu yıl 10 civarı Türkçe futbol kitabı okudum. En beğendiğim sadeliğiyle, anlatımıyla, örnekleriyle Elif Çongur'un Senin Adamın Gol Diyo kitabıydı. 

Andy Lloyd Willams'ın Robin Van Persie kitabı ilk e-book'um oldu. Yazar biyografi hazırlanması için ilginç bir yöntem kullanmış. Van Persie'nin hakkında çıkan onlarca haber ve yorumla bu kitabı hazırlamış. Sanırım Robin veya adı geçenler ile ilave görüşme yapılmamış. Fenerbahçe'nin ne kadar yüksek ego da ne kadar büyük bir yıldız aldığını anlamak için nefis bir kaynaktı. Futbola ilgi duyanlara kesin tavsiye ederim.

Dünyamızın Fatihleri-J.G.Leithasuer, Annem sizi derse bekliyor-Can Kartoğlu Gürses, Dünyanın dört bucağından-Abdi İpekçi, İstanbul Şifresi-Laurence O'Bryan, Babalar ve Oğullar-Turgenyev, Bütün Öyküleri-Yusuf Atılgan, Uçuş 345- Cenk Kayakuş mansiyona layık görülenler oldu.

Gelelim senenin en iyi 6 kitabına !

5. Körlük- Saramago. 
Saramago ile ilk tanışmam ! Bir gün bir ülkede insanlar kör olmaya başlıyor, bir kişi hariç... Müthiş bir aklın kurgusu ! Filmi nasıl çekilir dedim, çekilirmiş. Julianne Moore'un oynadığı film de nefis.



4.Boş Koltuk-J.K.Rowling
Bir kasabadaki seçim hayatlarını onun çevresinde döndüren insanlar. Dili müthiş. Tavsiye üzerine okudum, iyi ki de okumuşum.



3.Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş-Saramago
Saramago'nun Başyapıtı Körlük'tür yazısını çok okudum, katılmıyorum. Bence bu kitaptır. Bir gün bir ülkede 1 Ocak itibariyle kimse ölmemeye başlıyor. Büyük bir mucize olarak görülse de kabusa dönmesi az sürüyor.

2. İzansız Mahalle-Mehmet Ünver
Kitap fuarında Yitik Ülke standında yayın evinin sahibi Kadir Aydemir'in tavsiyesi ile aldım. Kitabın arkasında senenin en iyi kitabı yazıyor. Abartı diye düşündüm, değilmiş. Nasıl olur da bu kitap yılın en çok okunanları arasına girmez hayret ! Doğan Kitap'tan çıksa girerdi...Maalesef ülkemizde böyle bir gerçek de var. Çocuk gözünün saflığıyla İstanbul'da bir mahallenin 1961-62 yıllarındaki bir yazı nefis anlatılmış. İçinde yaşar gibi olduğum romanları severim, bu da öyle.


1.İmkansızın Şarkısı- Murakami
Sene içine Murakami'nin ciddi hayal kırıklığı olan Uyku, en iyi romanlarından birisi olmayan Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu'nu da okudum. Elephant Vanishes telefonumda benimle beraber geziyor, ara sıra okuyorum. İmkansızın Şarkısı Murakami'nin en iyi kitaplarından bu kesin ama en iyisi mi tartışılır. Çok zorlanarak bir sıralama yapsam Zemberek Kuşu'nun güncesi 4. olur 1Q84 ve İmkansızın Şarkısı aynı puanla 2.ve 3. sırayı paylaşır, Sahilde Kafka küçük bir farkla birinci olur. İmkansızın Şarkısı'nın filmi çekilemez demiştim, Norwegian Wood'u izledim. Yine erken konuşmuşum...




Futbol Enteresan Bir Oyun


O gün sahada 17 yaşında iki yaşıt futbolcu vardı. 

Misafir takımdaki kariyerinde 3.kez A takım formasını giyiyordu. Ev sahibi takımdaki oyuncuysa ilk kez. Misafir takımdaki oyuncu 90 dakika sahada kaldı ama yenilgiye engel olamadı. Ev sahibi takımdaki oyuncuysa son 20 dakikada oyuna girdi, maçın bitimine dakikalar kala bir de gol attı. Takım arkadaşları onu omuzlara aldılar. Misafir takımdaki oyuncu o görüntüye bakıp "orada ben de olabilirdim" demiş midir ? Bilemiyoruz. Futbol enteresan bir oyun. Neler getirip neler götüreceği hiç belli olmaz...
...
...
Futbolun içinde tesadüfler bolca var ama galip gelen daima haklıdır diye bir kural da var. Fenerbahçe kazanıyor, zor oluyor ama kazanıyor.

Sivasspor maçı öncesi bir çok Fenerbahçeli "tam hayalimdeki kadro" demiştir. İki gerçek kanat oyuncusu ve bir gerçek forvet. Vitor Pereira'nın yerinde olsam bir akşam tüm futbolcuları Samandıra'da film salonuna toplar ve Robin van Persie'nin Feyenoord, Arsenal, Manchester United ve Hollanda milli takımında attığı yüzlerce golü seyrettirir ve "bakın, beraber oynadığınız bu adam dünyanın en büyük golcülerinden biri. Kıymetini bilin" derdim. Böylelikle kendim de izleyip faydalanmış olurdum !

İkinci yarı bu görüntüden 17 tane tüm hayalleri gerçek yapar

Dün 90 dakika sahada fiziksel olarak güçlü bir görüntü çizen Robin Van Persie'nin yaptığı koşuları seyrettikçe, bir forvet oyuncusu nasıl top almak için hareketli oynar ve bir takım bunun nasıl farkına varmaz konulu iki ders çıkarmak mümkündü. 

Elbette sadece aksiliklere odaklanmamak gerek. Fenerbahçe hatalı hakem kararlarına ve sertliğe takılmamak için ilave güç gösteren bir takıma büründü. Zor gol atıyor ama çok zor pozisyon veriyor. Sezon başındaki gibi, gol yediğinde disiplinden kopmuyor. Farkı yakalamak, rahat maç izlettirmek henüz bu sezon için Fenerbahçe'nin taraftarının tattırmadığı nimetler..."Böyle şampiyon olunacaksa hiç olunmasın" diyenler şampiyonluk kutlamalarında en ön safta olurlar, onlara hiç ,takılmamalı.

Markoviç'in patlayıcı gücü, akıllı koşuları görsel olarak nefis. Görselliği skora yansıtmak için zamana ihtiyacı var. Yoluna Ersan gibiler çıkıp saha dışına atmadıkça futbolu daha da gelişecektir. Mehmet Topal 3 yıldır futbolunu bir lego binası inşa eder gibi büyütüp kat çıkıyor. Danışman  statüsündeki Josef dün iyi bir maç çıkardı. O mevkiden beklenti büyük, Josef'e verilen bonservis de büyük. Dinlenmiş Josef ikinci yarıda 4-5 maçı soyadı gibi oynasa kafidir. Volkan Şen bu takımda ilk 11'de de oynar, yangın anında devreye girip söndürücü olarak da. Kjaer gibi hem sert defans yapan, hem gol gol atan stoperler nimettir.

Vitor Pereira'nın basın ile atışması, yeni bir karar ile soru almaması Fenerbahçe'ye fayda sağlamaz, saçma sapan sorular soran bazı muhabirlerin ders almasını beklemek de akla sığmaz. 

Tarih, Fenerbahçe'nin en çok çantada keklik maçları kaybettiğini yazar. Dün maç öncesi öyle bir hava vardı, hoca ve takım işi ciddiye alarak devreyi çok iyi bir puan ile kapattılar.

Futbol enteresan oyundur. Şenol hoca ve Fenerbahçe iyi bilirler bazen 81-82 puan bile şampiyonluğa yetmez.

Futbol enteresan oyundur. Dünü yoktur bugünü vardır. Girişte anlattığımız hikayenin kahramanlarını tahmin edememiş olanlar olabilir. Yaşıt olan iki futbolcudan o gün misafir takımda olan Ozan Tufan, ev sahibi takımda olan da Beykan Şimşek idi. Dün gece ev sahibi/misafir olarak yer değiştirdiler. Biri kaçırdı, biri attı ama ikisi de büyük futbolcu meziyetlerine sahipler. Belki bir gün aynı takım formasını bile giyerler...

2012-13 sezonu Fenerbahçe-Bursaspor Kupa maçı 



21 Aralık 2015 Pazartesi

Gençlik Parkı Tarafındaki Kale

Radyodaki spiker "Ankara'yı bilenler için söylüyorum, Fenerbahçe ilk yarıda gençlik parkı tarafındaki kaleye hücum edecek" dediğinde yüzünüzde tebessüm olduysa bir zamanlar Ankara'da yaşamışsınız ve ikinci yarıda bizim tarafa hücum edecekler diye sevindiğiniz gün aklınıza gelmiştir... Fenerbahçe taraftarına ayrılan yer hep aksi taraftaki kale arkası olmuştur... Gençlik parkı tarafındaki kaleye Cemil'in, rahmetli Kayhan'ın, rahmeti Selçuk'un (K.İrlanda) gollerini, Yaşar'ın kurtardığı penaltıyı anımsıyorsanız yaşınız 40ların üzerindedir.  Saha küçüktür, golün anlaşılması 1-2 saniye sürer, sevinç ise her zaman büyük olur.

Fenerbahçe son 5 şampiyonluğunda da Gençlerbirliği'ni Ankara'da yenmişti. Dün de yenmek için sahaya çıktı. Pereira'nın Diego ve Josef tercihlerini ilk 16 haftada Fenerbahçeliler çokça sorguladılar, kalan 18 haftada da sorgulanacak gibi. Bir bildiği vardır diyenler şimdilik haklı. İnşallah da öyle kalırlar.

Öğlen, elektrikçi dükkanına 1 saatliğine bakmaya gelen yandaki yorgancının oğlu ne kadar inisiyatif alırsa Josef de orta sahada o kadarını alıyor, yani çok az. Diego çok iş yapar gibi görünüp hiç bir iş yapmama becerisine sahip. Mehmet Topal, Josef&Diego ikilisinin maç başı ücretinin %50'sini alsa hakkıdır...Kanatlara gelirsek işte Fenerbahçe orada fark yaratıyor. Dün de öyle oldu. Gençlik parkı tarafındaki kaleye doğru hızlanan Markoviç topu Fernandao'nun kafasına çarptırıp golü attı desek yeridir. Tabii kafaya topu çarptırıp golü atmak deyince aklınıza ilk kim gelir desem ? Rapaiç-Yusuf-Samsun-Şampiyonluk cevabını verenler ile aynı fikirdeyim. 

Gençlik Parkı tarafındaki kaleye atılan son gol

İlhan Cavcav'ın çok yerinde tespit ettiği gibi Fenerbahçe'nin daha fazlasını atabileceği bir maçtı. Şansı yoktu, bir de Mete Kalkavan vardı. Nani'nin sabrının sınırını denedi. Vermediği penaltı kararlarında adil davranıp iki yarıya böldü: Fernandao'ya ilk, Diego'ya ikinci yarı. Alves'e kart göstermeyerek de adamın Noel tatiline tüy dikti...

UEFA Fenerbahçe'nin önünü açmak için Diego'ya 3 maç ceza verdi ve Pereira mutlaka bunu değerlendirip Ozan'ı takıma katmalı. Kazanan her zaman haklıdır ama Fenerbahçe taraftarı da 1-0'lardan kurtarılmalıdır. Diğer taraftan Fenerbahçe kalesini gole kapatan takım ve hoca da alkışlanmalıdır.

Durumu ne olursa olsun Gençlerbirliği zor deplasmandır, şifresini yukarıda vermiştik şampiyonluk yolunda önemli duraktır.

20 Aralık 2015 Pazar

Sabuzinho : Siz kimi elinden tuttunuz ?

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcularından biri, çoğu futbol tutkununa göre uzak ara birincisi Pele'dir.

Bauru Brezilya'nın ufak taşra şehirlerinden birisi ve Pele'nin doğduğu, futbola başladığı yerdir. Yeteneği keşfedilir ve henüz 15 yaşında, Santos için oynamaya başlar. Pele Santos'a geldiğinden ilk defa denizi görmüştür, ilk defa şehri dışına çıkmıştır ve ailesini de özlemektedir.

A takım ile idmanlara çıkar, hazırlık maçlarında goller atar. Yeteneği anlaşılmayacak gibi değildir ve takım ile sözleşme yapar. Az da olsa bir para kazanmaya başlar. 


A takımda oynarken 21 yaş altı takımda da oynamış ve onların şampiyon olmasına yardımcı olmuştur. Çok mutludur...

Bir gün Santos'un 16 yaş altı takımı finale kalır ve yaşı tuttuğu için Pele'yi de oynatırlar. Maçın sonlarında Santos bir penaltı kazanır. Atışı tabii ki Pele kullanacaktır. Topun başına gelir, vurur. Top üst direğe çarpıp auta gider. Finali kaybederler. Kızgın taraftarlar bağırıp çağırırlar, 15 yaşındaki Pele yıkılır, hüngür hüngür ağlar.

O gece bir karar verir. Ayrılıp ailesine yanına dönecektir. Kulübün tesislerinde kalmaktadır ve kimseye görünmeden sabah erkenden kalkar, bavulunu hazırlar. 

Tam çıkarken kulübün hademesi diyebileceğimiz bir çalışanı "hey sen, gitmene kim izin verdi senin ? Tüm ufaklıklar binadan ayrılmadan önce yazılı izin getirmek zorundalar. Senin iznin nerede ?" diye sorar. Pele yalan söyler "iznim var, bırak beni gideyim, sonra getiririm izni" der ama bir gün önce kaçan penaltıdan da haberi görevli izin vermez. Kapıda ona bir hayat dersi verir ve "Herkes hata yapar. İşin özü bu hatalardan ders çıkarmaktır, onlara boyun eğmek değil" der. Pele kalır...Pele kalır ve yıllar sonra hayatını yazarken o gün için "çok şanslıydım. Geri dönseydim Santos beni geri getirmek için uğraşmayabilirdi " der. O hademeye de övgüler yazar. 

Bir tatil günü A takımın kalecisi, o hademe ve Pele balık tutmaya giderler. Hademe bir ara dengesi kaybedip kayalıklardan denize düşer ve boğulur... Futbola döndürdüğü Pele'nin 2 yıl sonra dünya kupası finalinde gol atacağını göremez.

O hademenin adı Sabuzinho'dur ve Pele onu hiç unutmaz.

Hayatımızda Sabuzinho gibi birisi olması veya bizim birisi için Sabuzinho olmamız dileğiyle.

13 Aralık 2015 Pazar

Öykünün sonu önemli...

Maç çıkışı bir vagon dolusu taraftar denizin altından geçiyorlar. Bir babanın kucağında bir kaç aylık bir bebek (o kadarcık çocuk için maçtaki ses zararlı notunu eklemeden olmaz...) var, anne ise 3 yaşlarındaki oğlu ile ilgileniyor. Dördünün ilk maçı olarak aile tarihine geçecek bir gün. 'İlk maçıma 3 aylıkken babamın kucağında gitmişim' diye başlayacak bir öykünün ilk cümlesi... Böyle bakınca her maçın kıymeti çok büyük. 

Ligin zor gol yiyen bir takımına karşı oynamak kolay değil. Hele son iki maçı 10 kişi oynamış ve yorgunsanız, hele bir de elit referee futbol dışı sertliğe karşı gözünde perdeyle maç yönetiyorsa...Hakem penaltıyı, elle oynamayı, ofsayt pozisyonunu, topun kimden çıktığını hatalı görebilir. Ancak rakibi yaralamaya yönelik sertlikleri görmemenin izahı olamaz.


Hal böyle olunca futbol ortamında binlerce dansöz, onlarca Zokora olur. Fenerbahçe'nin bu sezondaki artılar bölümüne hatalı hakem kararlarına takılıp kalmamayı da ekleyebiliriz. Tepki elbette olur,  oluyor da. Takdire konu olan takılıp kalma hakemle oynamama.

Maç öncesi Saracoğlu'nda kaptan Emre ve genç Semih'e sevgi gösterisi vardı. Her ikisi de futbolu çubuklu içinde bırakmalıydı ve hata aranıyorsa çoğunluğu onlardaydı... 

Enerjide Türkiye ne kadar yurt dışına bağımlıysa, Fenerbahçe orta saha enerjisi de o kadar Mehmet Topal'a bağlı. Josef danışman gibi takılıyor. Ozan top almakta, arkadaşları onu tercih etmekte cimri davranıyorlar. Diego çözüm gibi gözüken bir sorun. Çare Ozan'ı oralara ısındırmaktan geçiyor... Raul'un olmayışı da önemli bir şans. 

İlk yarıda Nani'nin aşırtması Fenerbahçe'nin gole en yakın olduğu andı. Ancak Portekizli çok top ezdi, çok tepki gördü, çok kişi de tecrübeyle sabit "bak bugün golü bu atacak" dedi ve haklı çıktılar...İşin ilginci Fenerbahçe'nin son 15 yıldaki en iyi 11'ini yapsak bu kadrodan alacağımız yabancı oyuncu olmaz ama bugün için Nani olmadan da olmuyor...

Badji atılacağım sinyalini maçın başında vermişken Abdullah Avcı'nın bunu görmemesi ve ısrarla oyunda tutması Fenerbahçe lehine oldu. Bu arada Caner ve Fernandao da hakemden birer sarı kart alacaklı olarak maçı bitirdiler. 

Nani'nin golü öncesi çok ilginçti. Israrla uzun top kullanıp bunları da istikrarla kötü kullanan Alves yine 50-60 metrelik bir pas attı. Islıklar geldi ama bu defa pas adrese teslim gitti. Nani ilk çalımı attı ikinci rakibi geçtiğinde Maraton tribünde Migros tarafına yakın oturanların tamamı kalecinin solundaki boşluğu gördü. Nani de gördü ve vurdu. Robin bu vuruşa saygı ve asist olarak başını eğdi ve Fenerbahçe 1-0 kazandı. 


Her 1-0 zordur ve Fenerbahçe'nin lig tarihinde en çok aldığı (272) galibiyet skoru da bu zor olandır.
Fenerbahçe ligde böyle bilgisayar kodlaması gibi 1-0, 1-0 gidecek gibi gözüküyor. 

Maç sonlarında Pereira'nun basın toplantıları hesap sorma / hesap verme şeklini aldı. Bu Fenerbahçe için hiç sağlıklı bir durum değil. 'Basın da kendine çeki düzen verecek' klişesini es geçip Pereira'ya destek olmak yönetim ve camianın ödevi olmalı. Zira hedef haklı olmak değil, dün babasının kucağında ilk maçına giden çocuğun öyküsünü "ve o sezon şampiyon olmuşuz" diye bitirtmek. 

1 Aralık 2015 Salı

Özlemiştik...


Önce beyin jimnastiği için iki varsayım üzerine konuşalım.

Birincisi tekneyle Temmuz ayında Atlantik Okyanusuna açılıp, TV internet ve gazeteden uzak yaşadığınızı, dün İstanbul'a dönen ve apar topar maça gelen biri olduğunuzu düşünün. Fenerbahçe'nin ilk yarıdaki oyununa herkes gibi mükemmel derdiniz. Belki "ah o baskıyla bir gol daha atsak" derdiniz. İkinci yarıdaki oyuna da "takım yoruldu, riske de girmedi" der geçerdiniz. 

İkincisi, Akhisar ile 2-2 berabere kalınan maçtan sonra Pereira'nın kovulup yerine Ümit Özat (bu ismi bilerek yazıyorum) veya Alman bir hoca (bunu sallıyorum) geldiğini düşünün. Fenerbahçe daha iyi bir yerde mi olurdu ? 

Fenerbahçe henüz ara duraklardan birinde. 13.Haftada lider olmanın zerre önemi yok. UEFA'da önce gruptan çıkmak, ilk yarıyı lider bitirmek ilk hedefler. O duraklarda konuşmamız daha sağlıklı olur ancak takımdaki genel iyileşme halinden bahsederken, Pereira'ya da teşekkür etmek boynumuzun borcudur. 

Fenerbahçe'deki dönüşümün baş mimarlarından biri Gökhan Gönül'dür. Onun dönüşünden bu yana 6 galibiyet 2 beraberlik alınmış. Elbette Alper, Hasan Ali, Mehmet Topal ve Fernandao'nun katkısını, Robin v.Persie'nin bahşiş verilmemiş garson tavrından uzaklaşmasını, Nani'nin TEOG'da sıfır yanlış çıkarmak gayretindeki öğrenci verimliliğini, Diego'nun yardımcı oyuncu oskarlığına soyunuşunu, Kjaer'in Hadigari'daki turist görüntüsünden Kasparov ciddiyetine geçişini de eklemek farz !

Özlenen dönüş
Ülke stadyumlarının bir çöl ıssızlığındaki tribünlerine bakıp Pazartesi gecesi 40.000 seyirci toplayan Fenerbahçe'yi ayrı bir yere koymamak hata olur. Sarı kanaryalar da bu seyirciye ve ekranları başındakilere 45 dakika açık büfe futbol ziyafeti çekti. Golün hazırlanışındaki oyuncu sayısı Nani'nin bitirişi kadar güzeldi. Rakip 10 kişi kalınca rakibi daha çok boğan takıma az rastlanır, keşke ikinci yarı da 11-11 oynansaydı. Fernandao'nun kafa golündeki Nani ortası da "asist gibi asist" sınıfındaydı.

Fenerbahçe maç boyu ne sertlikten yıldı, ne de mücadeleden ödün verdi. Bir de sevenlerine müthiş zevk verdi. 

Neticede 2-0'lık galibiyet ile Fenerbahçe zirvedeki koltuğuna geri döndü, özlemiştik.