26 Ekim 2014 Pazar

"Çok özledim formamı, taraftarımızı, Kadıköy’ü"

“Çok özledim formamı, taraftarımızı, Kadıköy’ü” demişti son röportajında bugün itibariyle 28 yıl önce  kaybettiğimiz Hüseyin Çakıroğlu.

Kaybettiklerimiz hep o kaybettiğimiz yaşta kalıyorlar .

Hüseyin Abi, sen 28 yaşındasın, ben 46 ama abi olan sensin.

Fenerbahçeliler seni çok severler, diğer takım taraftarları da çok sever ama en çok Ankaralı Fenerbahçeliler severler…Radyo’da Murat Ünlü Bordeaux’da  “ve gooool Hüseyin…gerçekten nefis, gerçekten güzel” dediğinde radyo başında diz çöküp göz yaşı dökmüştük. İkinci yarıda oyuna girip galibiyet golünü atmıştın… Ne goldü ama ! Kaleci Dropsy yerinde çakılıp kalmıştı .


Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı kupası maçında da ikinci yarıda oyuna girip “Fenerbahçe ezeli rakibine yenilemez” deyip önce beraberlik golünü atmış sonra da Gençlik Parkı tarafındaki kaledeki Simoviç’i bir kez de penaltıdan avlamıştın… Ankara’da “En büyük kupa bizim oldu” diye sayende dolaşmıştık…Kendimizi İstanbul’da gibi hissetmiştik.


Cumhurbaşkanlığı Kupası-Ankara ( http://elburrito.wordpress.com/category/huseyin-cakiroglu/ )

Soğuk bir kış gününde yine Ankara’da maça gitmiştik. Kalabalık büyüktü. Hiçbir düzen ve mantığın olmadığı kuyruklarda bekleşiyorduk. Ankara itfaiyesi buz gibi havada  üzerimize su sıkıp dağıtmıştı. Dağılmış ama vazgeçmemiş ıslak içeri girmiştik… O günde gol atmıştın. Dedim ya herkes seni çok severdi. Ankaralılar daha da çok severlerdi. Abi, ne sen ne de biz o golün son golün olduğunu biliyorduk.

Sonra senin için hasta dediler. Hasta olunca, ilaç alınıp birkaç gün evde dinlenince geçeceğini, eğer  geçmezse, en kötü, cam şırıngadaki, biraz yakan iğnelerden olununca bir şeyinin kalmayacağını sandığımız yaşlardaydık. 8 ay önce önümüzde gol atan Hüseyin Abi nasıl ölür demiştik…Çok ağlamıştık … Nurlar içinde yat.

Maç yazısı için başlamıştık. Gençlerbirliği maçına gelirsek…

Hüseyin Abi, takım seninde takım arkadaşın sağlam Fenerbahçeli Arap İsmail’e, tribünler Allah’a emanet yola devam ediyoruz. Malum biz Fenerbahçeliler lehine penaltıdan korkan bir ırkın ahfadıyız. Fenerbahçe’ye  verilen her penaltı yıllarca konuşulur.Veren hakem aforoz edilir. Bir art niyetli meczubun uydurduğu “penaltı gibi penaltı” değil kalıbına oturtulur. Neyse ki bu defa penaltılar için en pimpirikli Fenerbahçeliler bile “sorun yok” dediler…

Hüseyin abi, penaltı demişken dünyanın en sakin ve en güzel penaltı atan adamına Selçuk Abimize de bizden selam söyle. Erdoğan Abi ve Sedat Abi ‘ye de selamlar sevgiler.

Çok özledim formamı, taraftarımızı, Kadıköy’ü demiştin ya hepimiz çok özlüyoruz.. 

20 Ekim 2014 Pazartesi

Haddini Bilmek

Türk Dil Kurumu "haddini bilmek" için şöyle diyor
1.Kendi değer ve yeteneğinin farkında olmak.
2.Konumuna ,durumuna uygun davranmak.

Giriş:

İsmail Kartal'ın "haddimizi bilerek oynadık"  sözünü çok çok kötü bir dil sürçmesi olarak düşünmek istiyorum. 

Gelişme:

Cüneyt Çakır
Cüneyt Çakır'ın 12 Mayıs 2012'de, oyuncu değişiklikleri hariç,10 dakika duran maçı "aman son dakikalarda bir gol olur üzerime kalır" düşüncesiyle 5 dakika uzatmasını hakemliğinin dibi olarak olarak görüyorum. 

Fenerbahçe'nin taçtan devşirme golü sonrası apar topar maçı bitirmesi,aynı "üzerime kalmasın" alışkanlığının devam ettiğini gösteriyor. Düzenin adamı olarak haddini biliyor, kamuoyunda "Fenerbahçeli olarak" algılanmasının ( özellikle 2010-11 sezonunda Ankaragücü'nün 6-0 kaybettiği maçta 3 penaltı veren adam ) yaratacağı zararları bilip ona göre "ben etkilenmem" kararları veriyor. Her Galatasaray Fenerbahçe maçı öncesi Galatasaray cephesi tarafından "istenmeyen adam" olarak ilan edilip aslında tutkuyla arzulanan adam olmanın bedelini birikmiş bonuslarıyla ödüyor.

Elit : En fazla iki parmağını değdirerek kart gösterebilen
Sneijder 
Büyük futbolcu. TDK'ya göre konuşursak kendi değer ve yeteneğinin farkında ! 

Webo- Umut Bulut-Gasper Vidmar
Bu ülkede hakkı en fazla yenen üç adam.

Melo
Elinde Türk futbolunu yönetenler ile ilgili fantezi kasetler olmasından başka aklıma bir şey gelmiyor.

Penaltı
Galatasaray-Fenerbahçe maçlarında Fenerbahçe'ye 1991'den bu yana penaltı verilmemesini tesadüf olarak gösteren "güce" saygı duyuyorum. 

Sonuç:

Alves 'in görüntüleri Balıklı Rum Hastanesine verilse "ruh hastası" raporu alınıp tazminat ödenmeden gönderilebilir. Rapor alınamazsa, 1 Milyon üye projesinin elde edilecek gelir bu hayır işine harcanacaksa itiraz eden olmaz !

Galatasaray mağlubiyetleri Fenerbahçe'nin kahır günleridir,sıradan gösterilemez. 

16 Ekim 2014 Perşembe

Transfer Ahmet


İlkokuldaki sınıf kütüphanesinin sarı ahşap renkli, bir kaç rafı da cam kapaklı kütüphanesi...

İçindeki tüm kitapların sırtlarında minik kırmızı etiketlere yazılmış numaralar var. Her kitaptaki numara aynı zaman "kütüphane defterinde" bir sayfada yer alıyor. Ödünç alanın adı defterdeki sayfaya  yazılıyor...Kitabı alan bir hafta içinde okuyup iade ediyor ama eğer "çok beğendim ama bitiremedim" derse bir haftalık süre daha alabiliyor.15 gün sonunda hala bitirmemişse iade etmek zorunda...Kütüphanede yaklaşık 100 kitap var. Çoğunluğu Armağan Yayınları ve Milliyet Çocuk yayınlarından. Haftanın bir günü öğretmen numara sırasına göre çocuklara kitaplarını veriyor, kütüphane kolu da gelen giden kitapları deftere işliyor...

Erkeklerin gözdesi olan iki kitap var var.
Bir tanesi "Gol Kralı" diğeri "Transfer Ahmet".

Bu kitapları kızlardan birisi alırsa tepki geliyor, hele o kız bir de kitabı 15 gün tutarsa... Kitapları alıp okuyan okumayana anlatıyor ama herkes yine de almak ve okumak için can atıyor.


Fikret Arıt'ın Transfer Ahmet kitabı (aslında aynı kitapta iki hikaye var Transfer Ahmet ve Garip. Garip her ne kadar yaralı bir köpeği almak için ailesini ikna etmeye çalışan bir çocuğu ve köpeği anlatsa da içinde bol bol arsa futbolu hikayesi de var !) İstanbul'da geçiyor...

Bir mahalle takımı olan Ataryemez'in futbolcuları kazandıkları bir maçtan sonra yazlıkçıların takımı Papatyaspor'un idmanını imrenerek izliyorlar. İmrenme oynadıkları oyuna değil ! Sarı-beyaz formaları, şortları (kitapta don diyor !), gerçek futbol ayakkabıları ve meşin topları olan  Papatyaspor çok afilli ! Bu yetmezmiş gibi Papatyaspor'un sahasında soyunma odası olarak kullanılan bir garaj, garajın üstünde sarı-beyaz takım flaması ve sahada da çocuklardan birinin babası tarafından yaptırılmış ahşap direkleri olan kaleler var.

İdmanda top dışarı kaçıyor ve Ataryemez kalecisi Kenan plonjon ile (Necati Kararkaya'nın kulakları çınlasın) yakalıyor ve her iki takımdaki çocuklar sohbete başlıyorlar, bir gün sonrası için maç yapmaya karar veriyorlar.

Bir gün sonraki maça Papatyaspor  formaları ile çıkarken Ataryemez'ın tek tip forması olmadığından rengarenk bir takım olarak sahaya çıkabiliyor. Ancak formasızlar ilk yarıyı 8-0 maçı da 15-0 kazanıyorlar...Maçın kahramanı gollerin çoğunu atan Ataryemez'in acar forveti Ahmet.

Bir hafta sonra Suadiyespor ile oynayacak Papatyaspor'un kaptanı Ercan maçtan sonra Ahmet'in yanına gidip onu transfer etmek istediklerini söylüyor. Teklif cazip ! Bir çift futbol ayakkabısı (25 TL değerinde), şort-çorap-forma  ve tam 10 TL ... Ahmet kabul ediyor ve imzayı atıyor. Ercan kulüp defterine Ahmet'in adını yazıyor... Ahmet'de 14 Haziran 1967'de hangi şartlar altında transfer olduğunu yazıp. "Bundan sonra artık yalnız Papatyaspor Kulübünde oynayacağıma namusum ve şerefim üzerine söz veririm Ahmet Kanık . Erenköy,istasyon Arkası No:12" yazıp, imzalıyor.

Atartemez Ahmet'e çok kırgın "sattı bizi" diye küsüp mahallelerine dönüyorlar. Bir tek kaleci Kenan "arkadaşlar kim olsa kabul ederdi, yapmayın etmeyin" dese de söz dinletemiyor. Ataryemez'in yeni kaptanı Kaya "her kim bundan sonra Ahmet ile konuşursa onu takımdan atarım" diyor.

O sırada ayağında yeni ayakkabıları ile Ahmet gözüküyor. Çocuklar Ahmet ile dalga geçiyorlar "Ya ya ya, şa şa şa transfer Ahmet çok yaşa"

Ahmet "ben sizin için o parayı aldım" diyor ve transfer parası 10 TL ile aldığı meşin topu arkadaşlarına veriyor. Yeni kaptan Kaya sinirle topu parçalıyor ve "seni de topunu da istemiyoruz" diyor !

Kenan gece Ahmet'in evine gidiyor, teselli ediyor ve utana sıkıla ayakkabılarını bir kez giyip giyemeyeceğini soruyor...Ahmet ve Kenan arkadaş kalıyorlar.

Bir gün sonra Papatyaspor ile ilk idmanına çıkan Ahmet'e arkadaşları nasıl bu kadar iyi futbol oynadığı soruyorlar. Bakalım Ahmet'in sırrı neymiş :



Kitabın devamını yazmayalım bulan okusun, ilk okuduğu futbol kitabında karşısına Fenerbahçe çıkan dönemin çocuklarına selam olsun :)

5 Ekim 2014 Pazar

Bir bayram anısının tozunu alıyorum ve

Bir bayram anısının tozunu alıyoruz ve...

Onur Kütük'e ait çok anlamlı bir söz var "Ankara'nın bebeleri Fenerbahçe'yi görmeden büyürler" Hele televizyonda maç yayınlarının TRT'nin insafına kaldığı,yaşadığınız şehirde Fenerbahçe'ye evsahipliği yapacak bir 1.lig takımın olmadığı yıllarda...

O şehirlerin çocukları için Bayram ve Sömestır tatilleri İstanbul'daki akrabaları ziyaret ve Fenerbahçe'yi görme fırsatı demekti. Aşmanız gereken 3 engel vardı.

1) İstanbul'a geldiğinizde Fenerbahçe'nin bir iç saha maça olmalı. Şubat tatilleri en uygun zaman gibi gözükse dahi çoğu zaman liglerin devre arasına denk gelirdi. Her sene geri gelen bayramlar ( çocukken bundan haberiniz yoktu) futbol sezonuna ve haftasonuna denk geliyorsa ilk aşama geçilmiş olurdu.

2) Sizi maça götürecek bir büyük olmalı. Bayram tatillerinin kavimler göçü gibi milyonları turist olarak yollara dökmediği yıllarda kırk yılda bir gelinen İstanbul'da geçirilecek 3-4 günde sizi elinizden tutup maça götürecek baba, amca, dayı gibi biri gerekirdi. Çoğu zaman 'çocuk heves etti, götüreyim bari' diyenler zaten dünden hazırdı.

3) Bilet bulunmalı. Maça gitmeyi keyif haline getiren tren, vapur yolculukları sonunda stadyuma gelince seyirci kapasitesinin en az 2 katı bir kalabalık sizi bekliyor olurdu. Anlaşılan İstanbul'da da maça gitmek için bayramı bekleyen bir kitle vardı ve hepsi oradaydı.
-İçeri nasıl gireceğiz ?
-Dur bakalım.

Çaresine bakılırdı ve girilirdi ( Maça girmek için o kadar para mı verdiniz ? Oraya kadar gitmişiz geri mi dönseydik ? Biraz daha üstüne koysan merdaneli çamaşır makinesi alırdık. Abartma hanım. Zaten tam otomatikleri çıkacakmış, merdaneli alınmaz...Sessizlik)

Bazen Alpaslan en önde çıkardı, bazen Selçuk sakince penaltı atardı bazen de çök çök çök diyen abiler bile Rıdvan'ın ayağına top gelince kalkarlardı. Yılına göre değişir...

Tesadüf veya zamanın kötüyü iyiye çevirme gücü. Aslında fark etmez, o maçları zor da olsa Fenerbahçe kazanırdı.
....
....

Yıllar sonra yine bir anının tozunu alacak bir baba " Bayramdı, İstanbul'a gitmiştik. Pasolig diye bir şey çıkarmışlardı. Stad boş ama bilet almak zor. Marmaray'dan çıktık stada nasıl gideceğiz diye sorduk. Kalabalığı takip et dediler. Stadın altındaki Fenerium'dan oğlana bir forma aldık, mavi olandan istedi. Bilet yerine bir kart verdiler hala saklarım. Maça 15 dakika kala içerideydik.

O yıllarda Webomuz vardı, müthiş kafa golleri vardı. O attı 1-0 öne geçtik. Tam ikiyi bulalım derken hakem bir penaltı uydurdu. O hakemin adı aklımda kalmadı ama bizi 2 veya 3 sene önce bir Beşiktaş maçında yaktığını hatırlıyorum. Skor oldu mu 1-1. Neyse toparlarız  derken hakem efendi bir de bizim stoperi oyundan attı ve devre arası oldu. Oğlan üzüldü. Bak oğlum, Fener 10 kişiyle çok maç çevirir dedim.

İkinci yarı kıran kırana bir maç oldu. Bizim teknik direktör Kuyt o zamanlar oyuncumuzdu, ayağı yarıldı ama gık demedi devam etti.


Sonra Musa Sow'un  golüyle 2-1 kazandık. Son dakikalarda defansımız çizgiden iki top çıkardı ama ömrümüzden ömür gitti. Çıkışta oğlana bir de kaşkol aldık. Haklıymışsın baba, 10 kişi aldık maçı dedi. Nasıl mutlu olduğumu anlatamam" diye anlatabilir.

Nesilden nesile geçer, Fenerbahçe bayramlarda üzmez.
İyi bayramlar.