25 Kasım 2015 Çarşamba

O yazın hikayesi: İzansız Mahalle

Hepimizin unutamadığı bir yaz vardır. Çok güzel tatiller geçirmeme rağmen, 12 yaşında 3 ay kaldığım (ve bir daha gidemediğim) Gemlik-Küçükkumla'daki tatilimin yeri ayrıdır...

Kitap fuarında Yitik Ülke standında kitaplara bakarken yayın evinin sahibi Kadir Aydemir, İzansız Mahalle'yi tavsiye etti, aldım. Arka kapağında "İzansız Mahalle yılın romanı olmaya aday" diye çok iddialı bir cümle dikkatimi çekti, abartılı buldum. Çünkü ne yazarı Mehmet Ünver'i tanıyordum ne de bu kitabın adını duymuştum. Kitap bitince cümlenin hiç bir abartı içermediğini düşündüm. İzansız Mahalle son yıllarda okuduğum en güzel kitap !

**
**

1960-62 yılları arası Boğaz'ın Anadolu yakasında Üsküdar- Kanlıca arası orta halli bir semte (ben Çengelköy diye düşündüm) bir sabah 2 genç kız taşınır. Oldukça dedikoducu olan mahalleli, kızları görür görmez "bunlar zilli" diye tanımlar ancak bu defa haklıdırlar. O kızların taşınmasından sonra o yaz semtte çok olaylı geçer ve bir daha hiçbir şey aynı olmaz. 

Babasını erken kaybetmiş, orta okula başlayacak bir çocuğun gözünden çok başarılı bir şekilde anlatılan hikaye bana Dave Eggers'in "Müthiş dahiden hazin bir eser (A Heartbreaking Work of Staggering Genius)"  kitabını hatırlattı. 

Mizahi bir üsluptaki kitapta mahalle hayatı, eve yatıya gelip gitmek bilmeyen misafirler, komşuluk, dedikodu, ölüm, aşk, yalan, kaçamak, argo, yeni tanışılan cinsellik, meşhur artistler (gerçek isim kullanılmamış ama bir tanesi Erol Büyükburç olabilir mi dedim ) ne ararsanız var.

Bir de kitabın kahramanının gündelikçi olarak her gün vapurla karşıya geçip, sis olduğunda geri dönemeyen ve çalıştığı evde geceleyip sabaha kadar çalışmak zorunda kalan annesinin hüzünlü hikayesi var. 

Kitaptaki bazı kahramanlar adıyla geçmiyor, bir tanesi de kitabı anlatan çocuğun ikizi... Eğer kitapta gerçek payı varsa bu ikiz ile yazar arasındaki ilişki nedir diye de düşündüm. Eğer bir ilişki yoksa ve kurguysa da güzel olmuş.

O yaz başlayıp çok karlı kış tatiline kadar uzanan eğlenceli ve yer yer hüzünlü bir hikaye.

Benim için yılın romanı adayıdır. 

Mehmet Ünver'in diğer kitapları (İblisler ve Yıldızlar, Pus, Zingara'nın aşkı) alınacaklar listeme girdi.

22 Kasım 2015 Pazar

Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür

Ligde 1987-88 sezonundan itibaren galibiyete 3 puan verilmeye başlandı. Doğal olarak gol sayısı da arttı. Fenerbahçe'nin o sezondan bu sezona ilk 11 haftada 2 gol üzerinde atamadığı olmamıştı. Bu seneye nasip olan bu sorun çözüldü.

Portekizli teknik adamın "Gol yememek de önemli" sözü doğrudur ama Fenerbahçe taraftarının önem sırasında üst sıralarda değildir. Pereira'ya tepkinin temelinde de az pozisyon vermek değil az pozisyon bulmak yatmaktadır. 

Mersin İdman Yurdu kadro kalitesiyle elbette Fenerbahçe ile mücadele edecek seviyede değildir ama aşağıda okuyacağınız Fenerbahçe övgüleri takımın iştahlı futbolunadır.

Hakimiyeti ele geçirerek maça başlayan Fenerbahçe'de Volkan Demirel ilk 20 dakikada, top toplayıcı çocuğa lavaş içi tantuni ısmarlasa ve afiyetle yese televizyon başındaki izleyiciden kimse farkına varmazdı.

Sezon başından beri orta saha "danışman" şeklinde takılan Josef de Souza'nın inisiyatif kullanıp, topla dripling yapması dünkü oyun/skor farkının ilk faktörüydü. Mehmet Topal'ın geçen yıllarda sıkça rastladığımız etkili oyunu ve Diego'nun ayağında top tutma takıntısından kurtulması da eklenince orta saha gibi bir orta saha oldu. Gökhan'ın yine Marmaray gibi kesintisiz çalışması, Alper Potuk'un da ona bağlı Kartal metro hattına dönüşmesi ile Fenerbahçe'nin hücumlarını çeşitlendirdi. 

Hasan Ali Kaldırım için geçen haftaki yazıda şöyle demiştik :

"Hasan Ali Kaldırım asla bir Caner Erkin değil. Caner sol bek olmasına rağmen bu takımın asist kralı, oyuncu kurucusu, dizginlenemeyen hırsına rağmen isyan ateşi. Hasan Ali ise iyi bir sporcu ve görev adamı. Gitsin çizgiden top çıkarsın, adam kovalasın ama yeri gelince Socrates ortası da yapsın... Bombadaki kırmızı veya mavi telden hangisini keseceğine karar veren James Bond soğukkanlılığı ile adam geçişi dünkü maçın en güzel hareketiydi. Öz güveni ve asistlerinin artması, gol için illa Galatasaray maçını beklememesi dileğiyle"

Sözümüzü dinledi, Galatasaray maçını beklemedi. Fransa 2016 için, "icat çıkartmazsa" Sinyor Terim'in en büyük şansı sağ ve sol beklerde 4 Fenerbahçeli futbolcu olacaktır. Övgü cümlelerimizden bolca nasibini alan, yeteneğinden zerre şüphemiz olmayan Volkan Şen'e de bir abisi Aygün ile Nobre arasındaki farkı ve gol atmanın önemini anlatmalıdır. 

Fenerbahçe'nin 3 golü de hazırlanış ve bitiriliş olarak özlenen güzellikteydi. Skor 3-0 olana kadar Kjaer ve Alves ikilisi minimum hata ile oynadılar. Dün gece oyuna sonradan girenler de dahil etkisiz oyuncu ve dolayısıyla mutsuz Fenerbahçeli yoktu !

İstekli oynayan ve attığı gol ile moral bulan Robin van Persie keşke oyundan çıkmasa ve maçın devamında Fernandao ile birlikte oynasaydı.  Bu da bu maç için Pereira'ya yegane eleştiridir.

Yüze vurur ifadesi, mutlu görünüyor Robin van Persie 
Sezon sona erdiğinde ve televizyonlarda Şampiyon Fenerbahçe yazısı yanıp söndüğünde "sezon başında alınan başarısız sonuçlar ve kötü futbol ile gönderilme noktasına gelen Pereira..." cümlesini okuma ihtimalimiz artıyor.

Sorunları veya başarıları sadece hocaya bağlamak büyük hatadır. Hoca, futbolcu, başkan, eski futbolcu, yönetici... Artısı eksisi ile değerlendirmeli, incitmemeli...

Son olarak,  Fenerbahçe maça "Başın sağ olsun Bülent Kaptan" pankartı ile çıksa ne kaybederdi diye düşünmek de gerek. Bülent Korkmaz'ın başı sağ olsun. Adı konamayan o büyüklük -bence- öncülüğü de barındırır. 

16 Kasım 2015 Pazartesi

Senin Adamın Gol Diyo


Konusu ne olursa olsun bir kitap insanı ismiyle cezbetmeli. Elimdeki kitap "Futbola dair düşünceler" adıyla çıksaydı ? Evet, Senin Adamın Gol Diyo nefis bir isim !



Elif Çongur'un  Hürriyet'teki yazılarını  yaklaşık bir yıldır takip ediyordum. Kitabını okuyunca 3 şey düşündüm. 

Birincisi, 3 sene önceki bir olay için yazılmışı, yeni bir kitapta okumak zordur, sevimsizdir. Bayatlama riski yüksektir. Senin Adamın Gol Diyo'daki tüm yazıları taze kalmış. Çünkü zamandan bağımsız  kaleme alınmış.  Hayatın içinden olaylar, anılar, duygular ve siyaset, futbolu /sporu tarif etmek için kullanılmış. Benzetmeler tam yerinde. Berkin Elvan'ı anlatırken küçükken mahallede topumuzu kesen adam benzetmesi, Selçuk Yula'nın vefatından bahsederken "Babam, Selçuk Yula'nın Bordeaux maçındaki golünden sonra radyoya sarılmıştı. Babam da yok, radyo da yok, Ferdi Özbeğen de yok, Selçuk Yula da  yok. Başkasını bilmem,benim çocukluğum ölmüştür" denmesi..

İkincisi, yazı lisanı /üslubu konuşma lisanı gibi ve bu benim en sevdiğim tarzdır, bilhassa futbol okurken/yazarken. Misal, doktora tezi gibi yazan Tanıl Bora'yı okumaya bilgim ve enerjim yetmez . Mizah da olacak, acı da, hayat dersi de, anı da, bilgi de, siyaset de...Katılıp katılmamak bana kalsın, yazı samimi olsun yeter ! 

Üçüncüsü, okumadığım çok yazısı varmış. 

Nasıl 10'da biten maç 9-9'a gelince tüm dünya mahallelerinde "otomatik olarak" 11'e uzarsa (bu da kitapta var...) bu kitabın da "otomatikman" devamı gelir.

Ben çok beğendim. Senin Adamın Gol Diyo'yu kesinlikle tavsiye ederim.

9 Kasım 2015 Pazartesi

007 Hasan Ali Kaldırım

Fenerbahçe taraftarı müşkülpesenttir. 

Bir şampiyonluk gecesinde stadyumdan çıkıp Bağdat Caddesindeki kutlamalara giderken Kızıltoprak civarına geldiğinde "tamam şampiyon olduk ama seneye bu kadroyla Avrupa'da işimiz zor, en az 5 takviye lazım" der ve beklentisini o seviyelerde tutar. Lig sürerken oynanan futbolu yavan bulma konusunda diğer takım taraftarlarından daha iştahlıdır. Fenerbahçe'de nelerin doğru gittiğini konuşacak çok az insan bulabilirsiniz ama herhangi bir Fenerbahçeli ile takımın ne kadar kötü olduğunu saatlerce konuşabilirsiniz. Elbette her hoca da bu durumdan nasibini alır; beğenenler azınlıkta, beğenmeyenler çoğunluktadır.

"Bence hoca kendini kovdurmak istiyor" veya "oyuncular hoca gitsin diye bilerek oynamıyorlar" gibi beyinlere zarar fikirleri Plaza'nın en üst katındaki CEO'dan da, temizliğinden sorumlu taşeron şirketteki işçiden de duyarsanız. 

Ancak her hocayı savunanlar, "bekleyelim sakin olalım" diyenler de çıkar. "Fenerbahçe, tarihinde sezon ortasında hoca değiştirip şampiyon olamamıştır" derler ve bu istatistik doğrudur ancak değişmez bir kural da değildir...

Vitor Pereira ise resmi maçlar başladığından beri lehine en az savunma cümlesi kurulabilen teknik adam olma ayrılacağına sahip. Bir gerçek daha var, kurnaz meslekler sınıfında üst sıralarda yer alan futbolcular da bunun nimetlerinden yararlanıyorlar. Sahada "ben bu formayı kaptırmayacağım" diye mücadele eden oyuncu sayısı da çok az.
...
...
İlk yarısı yavan, soğumuş nescafe'den bile tatsız geçen Fenerbahçe-Konyaspor maçında hocanın kadro tercihi haklı olarak tartışıldı. Tartışıldı ama vücut dili negatif Robin Van Persie ile ISO 9001 danışmanı şeklinde sorumluluk almayan Josef için sadece hocayı suçlarsak kolaycılık olur. Hatadan dönüldü, oyuncular değişti ve ikinci yarı Fenerbahçe sahici bir baskı kurabildi ve golü de hak ederek buldu. 

Diego için için bu takımın aradığı oyuncu kurucu değil diyebiliriz (ben de sürekli diyorum) ama dünkü gayreti alkışlanır. Alkışın üstüne, Konyaspor'un yegane tehlikeli atağını savuşturanın o olduğunu da belirtmek gerek. Hazır Diego demişken, Ali Turan'ın kungfu hareketinde darbeyi alıp faul yapmış(!) olması da büyük başarıdır ! 

Gökhan Gönül'ün olağanüstü gayretini verimliliğini Şener'e de bağlamak gerek. Gökhan'ın forması ilk defa tehdit altında ! Fenerbahçe son 6 maçta sadece 1 gol yerken 5 tanesinde Gökhan sahadaydı. Bu konuda hocaya ve tüm oyunculara da alkışı gönderirken Türkiye'de "gol yememe" konusunun bilhassa Fenerbahçe'de "Bol gol atamama" durumunu unutturmadığını da belirtelim.

Volkan Şen ve Ozan Tufan'ın oyuna katkıları çok. Ozan bir yatırım oyuncusu ve bol hata yapabilir ama aynı maç içinde o hataları telafi edebilecek futbol bilgisine , saha görüşüne de sahip. Tedavi için takımın daha fazlasına ihtiyacı var ama bu iki oyuncunun kısa dönemde kullanılmaları parasetamol etkisi yapar. 

Hasan Ali Kaldırım asla bir Caner Erkin değil. Caner sol bek olmasına rağmen bu takımın asist kralı, oyuncu kurucusu, dizginlenemeyen hırsına rağmen isyan ateşi. Hasan Ali ise iyi bir sporcu ve görev adamı. Gitsin çizgiden top çıkarsın, adam kovalasın ama yeri gelince Socrates ortası da yapsın... Bombadaki kırmızı veya mavi telden hangisini keseceğine karar veren James Bond soğukkanlılığı ile adam geçişi dünkü maçın en güzel hareketiydi. Öz güveni ve asistlerinin artması, gol için illa Galatasaray maçını beklememesi dileğiyle.

Sağ ve Solun bütünleşmesi başarıyı getirir.
Haklı olarak beğenilmeyen Fenerbahçe'nin durumuna dönersek, "Ah şu Bor madenlerimizi bir kullansak" gibi biraz hayalci bir beklenti içinde olmak yerine petrolünü ambargo yüzünden satamayan İran-Irak gibi düşünmek gerek. Takımın kadrosunda eksik mevki çok, hocası sürekli deftere not alıyor ama notları temize çekmiyor, seyirci sabırsız, bazı oyuncular benim burada ne işim var havasında ama Fenerbahçe minik bir kıvılcımla ligin tozunu atar, enseyi çok da karartmamak gerek. 
....
....

Maçtan önce bir arkadaşım "Acaba Aykut Kocaman takımı ısınmaya çıktığında çıkar mı, çıkarsa tezahürat olur mu ?" diye sordu. İstanbulspor'a transfer olduktan sonra ilk defa Kadıköy'e gelişini (İnönü'deki maçtan sonra) anlattım. Polemik olmasın diye soyunma odası koridorunda ısınmış sahaya dahi çıkmamıştı dedim. Dün de çıkmadı. Büyüklüğün, adamlığın tarifini sadece atılan goller ile yapamazsınız...   
    

5 Kasım 2015 Perşembe

Robben geliyor mu ?



Reklamda Fenerbahçe taraftarları FbYandex kullanarak arama yapıyor, kulüp para kazanıyor, Robben geliyor. 

Bir futbol takımının yönetim aklı, kadrosunun hüneri ve iş ahlakı, tribündeki taraftarının futbolu algılama becerisi yeterli değilse ve dahası bu 3 grup bunun farkında değilse gelen "yıldız" oyuncular yeni zengin müteahhitin son model Mercedes' inden öteye geçemez. Büyük oyuncu getirmek onların çılgınca egolarını tatmin etmek kolay değil, büyük oyuncu getirmek önemsiz de değil. Mesele yeteneklerini sahaya yansıtmak için elinden geleni yapanları ve yaptıranları bulabilmekte... 
...
...
Ajax'ın teknik heyetindeki Dennis Bergkamp ile Robin Van Persie Arsenal'da beraber oynadılar. Dennis emekliliği için gün sayarken Robin takıma yeni katılmıştı ve Dennis ona kol kanat geren abi rolündeydi. İlk sezonunda otomobil kazası yaptığında, Southamptan maçında anlamsızca kırmızı kart gördüğünde ve 1 sene sonra Hollanda'da tecavüz suçlamasıyla 2 hafta hapiste kaldığında onun kurtarıcısı, yol göstericisi olmuştu.


Robin'in dün geceki donuk oyunu için Dennis Bergkamp ne demiştir bilemiyoruz. Oysa biz, Robin'in Ajax taraftarlarıyla Feyenoord forması giydiği yıllarda yaşadığı kavgadan ötürü daha hırslı olabileceğini düşünmüştük. E pozisyon gelmedi adama diyenler de haklı, pozisyona girmek için gayret sarf etmedi diyenlerde...

Peki Nani ? Top cambazlığı fantezileriyle sorumsuzluk sınırında gezdiği bir maçı daha gördük. Oysa sezona müthiş istekli ve faydalı başlamıştı. Hal böyle olunca Fenerbahçe'nin ilk yarının ilk bölümünde gole giden ataklarında hep bir şeyler eksik kaldı. Tek pozisyon Souza'ya geldi o da olmadı. 

Maçın iki kilit adamı Volkanlar olabilirdi. Demirel birinci dakika Fenerbahçe'nin Avrupa tarihindeki en saçma golü yedirebilir, Şen Avrupa tarihindeki en güzel slalom gollerden birini atabilirdi. Şans Sarı Kanaryaların birinde yanında birinde uzağındaydı.

Yetenekler ve kariyerler ile başlayan kadro formda oyuncular ile değişince futbol da durağandan pozitife dönüştü. Van Persie'ye gelmesi gereken pozisyon Fernandao'ya geldi, Ajax taraftarı derin bir oh çekti.

Pereira'nın Raul yerine oyuna Ozan'ı alması, Ozan'ın da etkili oyunu orta sahadaki kuraklığa ilerideki maçlarda çare olabilir... Defansın bir hava topu dışında pozisyon vermemesi gecenin 1 puan kadar kıymetli kazancıydı.

Kadıköy'ün Zühtüpaşa mahallesi kadar nüfusu ile grubun hakimiyetini ele geçiren Molde sayesinde Fenerbahçe ikinci sıradaki yerini korudu. Celtic maçında gelecek 3 puan yola devam ettirir, kervan yolda düzelir.

Son olarak, Fenerbahçe'nin ceza sınırında olduğunu bildiği halde taşkınlık yapan ve ne var bunda diyen cahil bir kitlenin varlığı ne kadar acı veriyorsa şu pankartı hazırlayanların varlığı da o kadar gurur veriyor.