20 Ocak 2015 Salı

İmbat


İlk yarısı 0-0 biten maçın ikinci yarısında Fenerbahçe 3 gol atıyor.Rıdvan'ın kalecinin soluna attığı golse Futbol tarihinin en güzel gollerinden biri.

Hakan Tecimer Van Basten ayarında bir rövaşata gol atıyor.

Maçın TV yayını yok. Radyodan gelen uğultudan bile Rıdvan'ın oyuna gireceği anlaşılıyor, girip 2 de gol atıyor.

Şampiyonluğun son maça kaldığı sezonda Fenerbahçe nefis futbolla 4-0 kazanıyor ama yetmiyor.Alkışlarla uğurlanıyor.

Ceza nedeniyle İzmir'de oynanan maçta Fenerbahçe tam 8 gol atıyor.

Son dakikada Atkinson'un golü Trabzon'daki Aykut golü kadar değerli.

Cezalı maçta golü Serhat atıyor.

İzmir'de şampiyonluk zamanı. Deivid'in golüyle Sarı Kanaryalar şampiyon oluyor.

İlk yarısını 3-1 yenik kapattığı maçta Fenerbahçe 3-3'ü yakalıyor. Güiza ile 4 oluyor ve o golden sonra coşkuyu en iyi temsil eden fotoğraflardan birinde tribünden bir taraftar elinde bayrağı ile atlayıp Güiza'ya sarılıyor.
Atlayış
İniş

Koşuş

İzmir'de güzel günler görmüş taraftarlar Türkiye Kupası'nın formalite olmadığını daha doğrusu Fenerbahçe gibi gittiği her yerde seveni olan takımların hiç bir İstanbul dışı maçının formalite olamayacağını tribünlerdeki coşkularıyla anlatıyordu.

Futbol aklıyla ülkenin çok ötesine geçen Altınordu'nun gençleri ve Sarı Kanaryalar arasındaki maçın ilk yarısı tempoluydu. Fenerbahçe defansı her yerden delinse de Mert kalede sağlam durdu.

10 yıl sonra bir futbolcu için "bu kadar uzun mesafe pası bir Emre verirdi" denecek ve belki de bu maçtaki pası gösterilecek. Mehmet Topuz pası asiste çevirdi. 1-0 Fenerbahçe öne geçti

Uygar Mert Zeybek, "gelecek sezondan itibaren kadroda bulunması gereken altyapıdan yetişmiş isimler konusuna takılmayın ben buradayım" mesajı verirken ilk maçını oynayan Melih Okutan da  "Kuyt'ın olmadığı maçlarda haber verin geleyim" diyordu. İlk yarı biterken sakatlanan Emre'nin öfkesi gerçekten zemine miydi yoksa Emenike'nin laubali geri pasına mıydı bilemiyoruz. Hangisi olursa olsun bir öfkesinde ilk kez haklıydı.

Altınordu devre biterken Taha ile golü buldu,1-1 oldu.
Devre arasında bir Fenerbahçe yöneticisi "verin Cengiz ile Taha'yı alın Emenike ile Diego'yu" dese Altonordu üstüne 5 milyon Euro mu daha fazla mı isterdi ?

İkinci yarı Fenerbahçe'de Alper, futbol merdivenlerini ikişer üçer tırmandığını kanıtlayacak yetenek ve ciddiyetine katkı yapan bir maç daha oynadı. O güzel atağı gol olmasa ayıp olurdu. "Emenike bunu yapamaz ben yapayım" diyen Yusuf'un kendi kalesine golüyle Fenerbahçe bir kez daha öne geçti ve maçı kazanıp sevenlerini mutlu etti.

İzmirliler yukarıdaki coşkulu maçlar listesine bu maçı da alırlar mı bilinmez ancak İstanbul'daki müşkülpesent, çok bilmiş seyirciye akıl ve sevgiyle dolu bir taraftarlık dersi verdiler.İmbat ferahlığı verdiler.Gece Eshot ile eve dönerken, belki birer de karışık kumru ve Eker ayranı götürdüler. Afiyet olsun, helal olsun....

15 Ocak 2015 Perşembe

Fenerbahçe'de Muhalefet Olabilmek

2009 Fenerbahçe kongresinde Funda Pala ayakta alkışlanan konuşmasını bitireli 20 dakika olmuştu. Faruk Ilgaz tesislerinin önündeydik. Bir dönem Fenerbahçe'de görev yapmış bir yönetici geldi ve "Tebrik ederim müthiş bir konuşma yaptınız" dedikten sonra "Hocam size Kadıköy'de bir ofis tutalım, biz finanse edelim, muhalefetin sesi olun" dedi. Aslında Funda Hoca o tarz ofisler tutan "muhalefetten" bıktığı için o konuşmayı yapıp başkan adayıyım demişti...


Fenerbahçe'de muhalefet edip kongrede seçilmek kimilerine göre Konya'da denize girmek gibi,imkansız.



Kimileriyse daha ılımlı düşünüyor ve onlara göre muhalif isimler çok zehirli bir dil kullandıkları için seçilmeleri imkansız.


"Tanrı Parçacığını Aramak..."

Fenerbahçe kongresinde başkan adayı olacak, lacivert ceket, beyaz gömlek ve sarı kravat ile kürsüye çıkacak kişi, var olandan farklı ne yapacağını bir yol haritasıyla, dilek cümleleri ötesinde anlatabilmeli deriz. 


İşte tam bu noktada iş tıkanıyor. Stadyum dese yapılmış, altyapı tesisleri dese yapılmış, amatör branşlar dese müzede kupa koyacak yer kalmamış (Son kongrede Mehmet Ali Aydınlar amatör branşlarda başarı ve kupalar vaadini okurken okuduğu cümleden fazla kupa divan heyetinin önünde sergileniyordu), gelir-gider dengesi dese çok haklı ama oy kazandırmaz, 3 yeni transfer dese demode, bu yönetim başarısız derse haklı dahi olsa yönetimin cevap vermesine sıra gelmeden onlarca üye nasıl başarılı olduğunu anlatır...



Öyle bir proje sunmalı ki, konuşması bitmeden ayakta alkışlansın...Peki o proje ne olabilir ? 



İşte onun için CERN'deki deneyde varlığı bilinen ama ispatı zor Tanrı Parçacığı başlığını kullandım. 



Bu proje veya seçim vaadi üretme zorluğu, özellikle Aziz Yıldırım dönemimin ikinci yarısında muhalifleri Fenerbahçe'nin kırmızı çizgilerinin dışında dolaşıp epey de belden aşağı  çalışmak durumunda bıraktı. Çok net sevimsizleştirdi. "Peki öyle bir proje var mı ? ve Yoksa muhalifler ne yapacak ?" sorularının cevabını biraz sonraya bırakıp Fenerbahçe'deki kırıcı muhalefet örneklerine ve ortama bakalım.


"Muhalefet mert olmalı. Adıyla sanıyla ortaya çıkmalı"  

Fenerbahçe'de bir muhalefet adayının seçilmesinin zorluğunun izahını şöyle yapalım. Fenerbahçe başkanı "şike yaptı" iddiasıyla Metris'de 4 duvar arasındayken seçiliyor. Çıkıyor, ülkenin uzak ara en güçlü adamı oğluna "git oy kullan. 1 oy 1 oydur" diyor. Yine olmuyor, bir daha seçiliyor.


Fenerbahçe'de yıllardır muhalefet eşittir ne pahasına olursa olsun "başkanı indirmek" olarak algılanıyor. Muhalif olan isimlerin çoğunluğu daha önce Fenerbahçe'de görev almış isimler ve o kadar yaralı ayrılıyorlar ki başkanı parçalama hissini muhalefet ile karıştırıyorlar. 



"Peki tüm ayrılanlar mı hain, Aziz Yıldırım mı geçimsiz ?" sorusu haklı bir argüman. Bir dakikalığına ayrılan tüm yöneticilerin %100 haklı olduğunu varsaysak bile sonrasında izledikleri yolun/siyasetin haksızlığı, varsa tüm iyi niyetlerini silip süpürüyor. Kaldı ki, tesisleşme, branşlardaki olağanüstü istikrar ve gelişme binlerce Fenerbahçe kongre üyesi gözünde Aziz Yıldırım'ı çok kıymetli bir yere koymuşken onun şahsına saldırmak hiç de akıllıca bir strateji değil. 



Örnekle gidelim. Liglerde 2002 yılından beri sezon devam ederken hoca kovmayan, Avrupa'da tarihinin en iyi derecelerini elde eden ve liginde bu süre içinde sadece 2 defa ilk 2 sıra dışına düşen futbol takımı istikrarlı ve başarılıdır dendiğinde "hayır,başarısız" demek kolay ama ispatı zor. Evet, son anda kaçan/çalınan şampiyonluklar var. Sene ortasında değil ama sonunda görevlerinden yersiz alınan hocalar var. Hatalı transfere dökülen milyonlarca dolar var. Buna itiraz eden de yoktur...



Peki, çok basit soralım. Bu kaçan şampiyonluklarda samimiyetle gözyaşı döktüğüne inandığınız bir muhalif isim var mı ? O çıkıp "Fenerbahçe başarılı hatta çok başarılı ama ben daha başarılısını yapacağım" dedi mi ? İnandırıcı olsun olmasın,dedi mi ?



Yoksa isimsiz platformlar ve gruplar, zamansız ve başarısız mesajları, Fenerbahçe'nin rakibi (düşman deyimini bilerek kullanmadım ama 3 temmuz aktörlerini basit birer rakip diye de görmemek gerek) olarak algılanan isimlerle iş birlikleri, öde ve yazdır köşe yazıları ve yalan haberleri ile "Aziz Yıldırım bu kulübü uçurumun eşiğine getirdi" mesajını mı verdi ? Ben hep bu "uçurum eşiği" mesajının verildiğini algıladım. Hatta bir çok kongre üyesinin de "Eğer kulüp uçurumun eşiğindeyse onu sen değil Aziz Yıldırım kurtarır" dediğini tahmin ettim.



"Samimiyetle gözyaşı dökmek ..."


Fenerbahçelilerin birbirlerinin omzuna dayandığı, en çok göz yaşı döktüğü dönem 2011 ve 2012 yılının arasındaki aylarıdır. Bir kafede yan yana masalarda oturan iki kişiden birinin telefonunun  Fenerbahçe marşıyla çalması, tanışmaları, konunun şike kumpasına gelmesi, "kupayı nah alırlar" diye sonuçlanması 3 dakikayı geçmeyen bir dönemdi.


Aynı dönemde Fenerbahçeliliği ölçen mucize aletin icadı kutlanıyordu. Aslında alet vicdan sesiydi ve bir tek sorusu vardı : 2010-11 şampiyonu kim ? Kem küm eden eleniyordu ve çok net "Fenerbahçeli Değildir" damgasını yiyordu. Alet sonuna kadar da haklıydı !



Fenerbahçe muhaliflerinin hepsi demeyelim ama çoğunluğu çok kötü bir sınav daha verdiler. Yakın çevresine "Biz şimdilik sessiz kalalım. Bakarsın Aziz Yıldırım'ın başkanlığı düşer, bize bir fırsat doğar" deyip suskun kalanlar da kaybedenler kervanına katıldılar, sessiz kalınacak zaman değildi !



Top çizgiyi geçtiği sürece Aziz Yıldırım'ı başkanlık koltuğundan indiremeyeceklerini bilen bir çok muhalif isim için topun çizgiyi geçmediği her dönem fırsattır. 2008-09 döneminde çok sevdiğim bir arkadaşım aradı. Bir çok Fenerbahçeli ismin bir araya gelip bir beyin fırtınası yapacağını söyleyerek davet etti. "Şu şu isimler varsa ben gelmeyim" dedim. Yok dedi. Son anda işim çıktı gidemedim ama benim şu şu isimlerin davetsiz olmalarına rağmen toplantıya gittiklerini duydum. Şunu çok iyi biliyordum eğer yönetime oy vermeyeceksem de asla onlarla bir arada olmam ! Peki nereden biliyorsun belki onlar da Fenerbahçe kaybettiğinde senin gibi üzülüp kahroluyorlardır  "oh oh iyi oldu. 2 maç daha kaybedersek başkanın koltuğu zangır zangır sallanır" demiyorlardır diyenler haklı. Bu soruyu bende çok sordum. Bilmiyorum ! 



Radyosundan, kalemşörlerinden her gün Aziz Yıldırım'a kin püskürtse de (veya püskürmesine engel olmasa da ) acaba Sadettin Saran Fenerbahçe maç kaybedince üzülüyor mu ? (Galatasaray'a en zor günlerinde maddi desteği "iş adamı" kimliğinle verirken hata yaptığını bilmiyor mu ? ) Acaba 2012 yılında şampiyonluk son maçta kaçtığında Mehmet Ali Aydınlar da üzüldü mü ? 



Evet bilmiyoruz ve "olur mu canım, tabii üzülmüşlerdir" de diyemiyoruz.



Camianın değerlerini, kırmızı çizgilerini yakalamakta Fenerbahçe muhalefeti bıkmadan beceriksizlik gösteriyor diye düşünüyorum. Rekabet eden Fenerbahçeli üye ile Aziz Yıldırım'ı düşürmeye çalışan muhalif üye imajı arasında büyük fark var. 



"Tribünler ..."


1978'de gittiğim ilk Fenerbahçe maçında tribünler "Bayülken istifa" diye bağırıyordu. Kim olduğunu ve istifanın ne demek olduğunu bilmiyordum babama sordum. 


Fenerbahçe tribünleri camianın duygusal nabzı özelliğini yıllarca korudu. 80 ve 90'lı yılları yaşamış Fenerbahçeliler senede 100'ün üzerinde "muhalefet atağa geçti, Gruplar kongre dedi, Falanca grup ile filanca grup fikir ayrılığına düştü, Gruplar yönetimi devirmek için işbirliğine gitti" haberlerini okumuş futbolcuların transferleri kadar kişilerin de bir gruptan diğerine geçmesini takip etmişlerdir. Fenerbahçe'nin en başarısız yılları, kongre toplamakla geçen bu kabus yıllardır. Muhalefet = kaos ve başarısızlık olarak algılanmıştır. Şu anda dahi "hiçbir muhalif ses olmasın" diyenlerin çoğunluğu bu acı tecrübeleri yaşamış olanlardır.   



Ali Şen'in başkanlık döneminden başlayarak özellikle Numaralı Tribün taraftarı kongre üyesi olmaya başladı. Kapılar daha da aralanınca 30'lu yaşlarda, kombine kart sahibi binlerce Fenerbahçeli taraftarlık kimliğinin yanına kongre üyeliği apoletini de taktı. Bölünmeden önceki Sarı Lacivert Derneği ve 1907 bu konuya büyük destek verdiler ve içlerinden Fenerbahçe'nin genç yöneticileri çıktı. Galatasaray'a üye olmanın önünde GS lisesi bariyeri varken Fenerbahçe'de de 10.000 TL giriş ücreti vardı. Ödeyebilenler kulübe üye olmaya devam ettiler (Bu noktada. Param vardı. Formları doldurdum ve kulübe üye olmak istedim ama ret cevabı aldım diyene rastlamadım. Tabii rastlamamış olmam yok anlamına gelmiyor...)  



Yaklaşık 1 yıl önce Fenerbahçe yönetiminden çılgın bir fikir çıktı: 1 Milyon Üye. Zamanlama, projenin konumlandırması, işleyişi bir çok soru işaretini beraberinde getiriyor olsa da devrim bir projedir. Fenerbahçe Fenerbahçelilerindir diyorsak ve Keles'deki Orman işçisi, Hopa'da balıkçı, Aziz Yıldırım, Mainz'da doğmuş genç hepsi aynı değerdedir diyorsak ve de realitede başkanı seçmek görevi kongreye veriliyorsa, kongre üyeliği için bariyerler kalkmıştır. Tribünler denilen büyük kitle için bir fırsattır. Bunun uzun dönemdeki faydaları veya sıkıntıları bir başka yazının konusudur.   



90lı yılların ortalarından itibaren (biraz daha geri de gidebiliriz) tribünlerin bir bölümü de çeşitli vasıtalarla yönetimden maddi ve manevi destek almaya başladılar. Aziz Yıldırım'ın da göreve geldiğinden beri uyguladığı bu politika belki o gün için doğruydu ama sigara gibi zararları zamanla ortaya çıktı. Yıllar içinde bazı tribün grupları dernekleşti ve ticari kazancı da misyonlarının içine kattı. İşte bu noktada Fenerbahçe muhalefeti de bu "gücü" kullanmaya karar verdi. Stratejik olarak, hedefe giden yolda kendileri için doğruydu ama tribünlerde bölünme de kaçınılmaz oldu. 



Başta GFB olmak üzere tribün gruplarının çoğunluğu, muhalif görüşlerini göstermenin yeri olarak maç günü stadyum ve salonları seçince iş çığırından çıktı. "Adamlar tepkilerini nerede gösterecekler ?"  sözünün cevabında uzlaşma olması mümkün değil. Sorunun protestodan çok, protesto edenlerin kimliğinde arandığını da unutmayalım. 



Fenerbahçe yönetiminin seri yanlışları ile tribün konusu çözümsüzlüğe giderken 3 Temmuz sonrası sular geçici olarak duruldu. Tribün grupları ve derneklerin neredeyse tamamı Fenerbahçe arması etrafında buluşup mücadele ederken, "Fenerbahçe şike yaptı" diye açık açık seslendiren bir dernek olmadı ancak sessiz kalanlar da oldu. Fenerbahçe bir gün mutlaka 3 Temmuz sonrasında camia olarak yaptığı  yanlışları tartışacaktır ama bence çok erken...



Bugün için Fenerbahçe tribünleri maalesef muhalefetin ve yönetimin savaş arenalarından biridir.


"Altın Madeni : Alex De Souza..."

2012 baharında başlayan Alex krizi bağıra bağıra geldi,büyüdü ve aynı yılın sonbaharında zirveye ulaştı. Alex ayrıldı ve ülkesine döndü. Fenerbahçe'de daha önce görev almış ve bu futbolcuya yakın isimlerden bir tek Önder Özen akil rol üstlenirken diğer isimler ateşe bidonla benzin getirdiler. Bu kriz Fenerbahçe muhalifleri için bir altın madeni oldu. Önce vefa temasıyla başladı sonra veba gibi yayılarak taraftarı tam anlamıyla ikiye böldü. Oyuncunun ismini haykırmak "her yer taksim her yer direniş" gibi bir muhalif slogan haline geldi. Kimsenin laf edemeyeceği bir futbol kariyeri ile Alex kalkanı güçlüydü. Fenerbahçe yönetimine vurmak için de çok çok güçlü bir silah oldu. Zira Brezilaylı oyuncunun adını bağıranların bir bölümü de sadece sevgilerini gösteriyordu. 


2012-13 sezonunda asla kabul edilemeyecek bir şey oldu. Fenerbahçe tribünlerinde bir grup takım yenik duruma düştüğünde (Fenerbahçe-Karabükspor) "şike şike "diye bağırdı. Avrupa kupası maçlarında anlamsız ve ahlaksız hareketlerle kulüp katlanarak cezalar aldı. Cornu ile yemek masasındakilerin kumpasıyla Avrupa'dan men edilmesi yetmiyormuş gibi Sarı Kanaryalar bir sezon daha Avrupa Kupalarından men olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bu tehlike hala devam ediyor, 3-5 meczubun 4-5 maytap veya meşalesine bakıyor.



2013-14 sezonunun kupa töreninde okul açık'tan yükselen Alex de Souza tezahüratı yersiz ve tehditkardı. Ancak Fenerbahçe başkanı "Bakın tribünlerin bir bölümü eski kaptanlarını unutmamış. Hadi hep beraber eski kaptanı alkışlayalım" dese bitince de "Şimdi sıra emek sahibi futbolcularda. Onları 5 dakika ellerimiz kızarıncaya kadar alkışlayalım" deseydi veya en basiti duymamazlığa gelseydi olay kördüğüm olur muydu veya kriz sadece ötelenir miydi  ? Cevabı bu yazıyı her okuyan farklı verecektir... 



Özetle Alex olayı Fenerbahçe muhalefetinin başarılı bir operasyonu olmuş ve Fenerbahçe yönetimine ciddi darbe vurmuştur ama büyük darbeyi Fenerbahçe kulübü görmüştür. Samimi, "önce Fenerbahçe" diyen muhalif anlayışın yakınlarda olmadığı da maalesef kanıtlamıştır. 


"Empati mi ? ..."

"Aziz Yıldırım'ın uzlaşmaz tutumu" diye onlarca farklı cümle kurulabilir. İktidar, Medya ,TFF, Rakip takımlar, muhalif isimler 'in özne veya muhatap olduğu cümleler. Bir insan her zaman haklı olamaz, bazen haklıyken bile sulh yapmak gerekir önermesinin istinası olan bir isimdir Aziz Yıldırım. Bu uzlaşmaz kişilik bazen vizyon olup dev bir stadı devlet desteği olmadan bitirmiş, nice sportif başarıları getirmiş, Şike operasyonunda dimdik durup 17 Aralık sürecinin fitilini yakmıştır. Aynı zamanda bu uzlaşmaz tavır onlarca Fenerbahçeli medya mensubunu, yüzlerce Fenerbahçeliyi küstürmüştür.


Elbette beklentiler farklıdır ve bir başkan herkesi mutlu edemez, doğru bildiğini yaparken çok kişiyi de üzebilir. Uzlaşma konusunda bir örnekle gidelim. Kongrelerde kazanan adayın kaybedenleri kürsüye çağırıp hep beraber el ele poz vermesi olağan ve istenen bir görüntüdür. Aziz Yıldırım'ın, en son kongrede başkan seçildiğinde Mehmet Ali Aydınlar ve Hamdi Akın ile böyle bir poz vermesini uzlaşmacı ve medeni bir tavır olarak gören olabileceği gibi tam tersini yapmasına da -benim gibi- helal olsun diyenler olmuştur. Her ne kadar aldığım eğitim ve hayat görüşüm tam tersini söylese de başkan adı geçen isimler ile el ele bir tavır içine girse çok üzülürdüm !



Bununla beraber maçlara gelmeyen, huzur ve barış ortamı olmadığını düşünen taraftarlar ile empati kurmak konusunda Fenerbahçe yönetiminin ve başkanının sıkıntıları olduğu da gerçektir. Kendi adımıza böyle bir sıkıntının olmaması varlığını inkar etmemiz anlamına gelmez. Fenerbahçe tribünlerindeki dramatik seyirci azalmasını, GFB'ye ve ona karşı gelmekten çekinen tribün gruplarına, passolige, yönetimin çözümsüzlüğü çözüm görmesine bağladığımız kadar küskünlük ve kırgınlıklara da bağlamamız gerekir.



Empati isteyen empati gösterecek önermesi doğru mudur bilemem. Ancak metroda 15 dakika mahsur kalınca daralanların, Fenerbahçe başkanın ve yöneticilerinin "savcı 90'a vurdu" manşetinden bu yana yaşadıklarını da iyi değerlendirmeleri gerekir...



"Nerede bu akil adamlar ?..." 



Yarın 14'de yönetimde olmayan bir Fenerbahçeli'nin önemli açıklamalar yapacağı bir basın toplantısı yapacağını düşünün. Yarın o konuşmayı kaçırmayayım diyorsanız o sizin değer verdiğiniz bir isimdir. 



Fenerbahçe'de kibar incitmeyen ama dikkate alınan akil sesler, konuşması beklenenler maalesef bir elin parmaklarını geçmez. Rahmetli Yüksel Günay bir eleştiri getirdiğinde dinlenen ,bir denetim/kontrol mekanizması olarak görülen bir isimdi. Galatasaray'ın Hayri Kozak'ı gibi Fenerbahçe'de kimleri sayabiliriz ? 



Kendisi futbol dışı konulara karışmasa da Can Bartu diyebiliriz. Ogün Altıparmak diyebiliriz. Halit Deringör diyebiliriz (Acıdır, Rasim Ozan'ı tanıyanların %80'i onu tanımaz) Ali Koç'u yönetimde olsun olmasın bu listeye  gönül rahatlığıyla alırız. Ali Şen'i bu listeye almak çok isteriz ama Şike kumpasında Fenerbahçe'ye elini uzatmamıştır. Belki 89 Neuchatel olayındaki gibi güçlü ve aktif değildir ama uzatmamıştır veya uzattıysa da algı "uzatmadığı" şeklindedir.    



Bir tanımlama yapmaya çalışalım mı ? Nasıl yönetelim veya nasıl muhalefet edelim diye sorulabilecek kişi akil adamdır.


"Sen kimin adamısın ? Neyin peşindesin ? ..."

En büyük usta İslam Çupi, Kahraman Bapçum, Necmi Tanyolaç, Namık Sevik, Hasan Pulur, Yalım aktif olarak gazetecilik yaparlarken tabiri caizse "hem nalına hem mıhına" yazılarıyla camiaya yön verebilmişlerdir. İslam Çupi gibi eşsiz yazı hakimiyeti ile en ağır eleştirileri yapan kaç kişiyi sayabiliriz ? Bu isimlerden, bildiğim kadarıyla satılmışlıkla suçlanan olmamıştır. Günümüzdeyse gazeteciler ya yönetimin adamı ya muhalefetin kalemi olarak görülür. Başkanın yalakası denen gazeteci kulübe alınmıyor olabilir. Başkan karşıtı paralı asker denen,haberleri yalanlanan gazeteci de Fenerbahçe menfaati için bir çok sır saklayıp belki de mesleğine ihanet ediyor olabilir. Bilgi kirliliği algıyı besler. En naif ve doğru eleştirileri yapan gazeteci, yorumcu, yazar, avukat öyle bir televizyon kanalına çıkar ki söyledikleri "kin kustu" kendisi "şerefsiz" olabilir.  


Bazen birisiyle yan yana gözükmek bile sıkıntı verir. Yine örnekle gidelim. Bir gün Fenerbahçe yöneticisi hatta başkanı olmasını çok istediğim arkadaşım Metin Şen son seçimlerde Mehmet Ali Aydınlar'ın listesinde olduğu için kongre günü elini sıkmadım. Fenerbahçe'de ön yargı ve peşin hüküm çoktur. Ben dahil çok kişide...



FBTV'de veya BeyazTV'de gördüğümüz Fenerbahçelileri söylediklerine göre değil bulundukları yere göre değerlendiririz. Futbol olarak en objektif yorumlar Rıdvan Dilmen'den gelir dediğimde "saçmalama " diyen de çok olur. 



2000'li yılların başında ANTU/Fenerlist sonra Tirajik, Noavasblog, Papazınçayırı gibi fikir üreten, düşündüren ve bilgi veren sitelerin azlığı ciddi sıkıntıdır. Saydıklarımız yalaka-hain ekseninde son sürat yaftalanabilir ve bu da içeriklerinin değersizleştirilmesine neden olur. Hata yapma hakları ellerinden alınır ve üretimleri zayıflar. 



İşte bu noktada Fenerbahçe muhalefetinin projeyi geçtim, fikir üretme, bunları tartıştırma, doğruyu bulma, yönetime yol gösterme gibi bir misyonu olmamıştır desem itiraz eden çıkar mı ? Galiba Tanrı Parçacığını bulma yolunda bir adım attık. 


"Böyle ol, canımı ye ..."

Tamamen mizansendir.


"Göreve geldiğimde kucağımda bu bombayı buldum. Bir spor adamı olarak bunun bir kurmaca olduğunu görüyorum. 2010-11 sezonunun ikinci yarısında, 1988-89 sezonundan sonraki en büyük mücadeleyi gördüm. Sahadaki oyuncuların alın terini gördüm. Bir Fenerbahçeli olarak kulübüme yapılan bu suçlamaları asla kabul edemem. Bu şartlarda görevime devam etmem doğru olmaz. TFF başkanlığından ayrılıyorum. Dar ağacında olsak bile son sözümüz Fenerbahçe



"Aziz Yıldırım ile çok kavga ettim. Bana çok haksızlık yaptığını da düşünüyorum. Bu kulüpten ihraç edilebilirim ama ben Fenerbahçeliyim. 2010-11 şampiyonu Fenerbahçe'dir. Bu süreç bitine kadar tüm kavgalarımı donduruyorum. Maddi manevi çubuklunun yanındayım." 



Az çok kimler olduğunu tahmin etmişsinizdir. Bu veya benzeri cümleler kuran kaç kişi hatırlıyorsunuz ? 



Başkanlığa giden yol Fenerbahçe'nin yanında olmaktan veya en azından öyleymiş gibi davranmaktan geçmiyor mu ? 



Unutmadan Fenerbahçe siyaset üstüdür. Meraklısı Fenerbahçe'nin her iktidar ile kavgasını bulur, okur.


"Aziz Yıldırım'dan daha iyi mi bileceksin ?..."

Fenerbahçe'de bir de bu düşüncede olanlar var. Muhalefet kirliliği ve boşluğu içinde, fikrini söyleyen herkesi "hain" parantezine mahkum edip, kraldan çok kralcı olanlar var ki, insanda şevk bırakmıyorlar. Buraya yazabileceğim cuk diye oturan bir örneği biraz düşünüp yazmıyorum. Şu kadarını söyleyeyim bu kraldan çok kralcılar kongre günlerinde ortaya veya zirveye çıkıyorlar. 


Kraldan çok kralcıların 3 Temmuz'dan bu yana her hukuki süreçte duyum alıp başkana iyi haberleri fısıldıyor olmaları ve sürekli yanılıyor olmalarını da not etmek gerek. 



"Başkanın Aykut Kocaman gibi bir adamı harcaması büyük hatadır" derseniz bu kitlenin "Ah siz bilmezsiniz o Aykut'u" diye dedikodu çarkını çalıştırması veya "başkanın bir bildiği vardır"  demeleri çok mümkündür. 



Bu kitle, kulübün bir çok konuda mini bir devlet dairesi ataletine sürüklenmesinin baş aktörüdür. Fenerbahçe kongrelerinde ceza verilen tüm üyelerin (haklı haksız bakmadan) cezası onaylansın diye ayağa kalkıp çift el kaldıranlardır.


"Ali Koç gelecek dertler bitecek ..."

Ali Koç ismi, dededen kalan miras arsa gibi gün gelir başımız sıkışırsa diye başvurulacak adrestir. İsterse gelir seçilir ama başkanın karşına aday olarak çıkmaz. Fenerbahçe'nin aradığı Ithaka'sıdır. 


Başkanlığında top çizgiyi geçerse 12-16 ay arasında "Fenerbahçe'nin başından Ali Koç gitmedikçe Türk futbolu düzelmez" diyen çıkar. Top çizgiyi geçmezse aynı sürede "Çok tecrübesiz. Kongreye gitsin, yönetimini güçlendirsin" diyen de çıkar. Mevcut muhalifler ile uzlaşmazsa,  tribünlerden "Başkan olsana başkan olsana, Koç grubuna başkan olsana" tezahüratı gelebilir...Maalesef ülke gerçekleri böyle. 



Fenerbahçe'deki yönetime karşı isimlerin bir kısmı sadece muhalefet etmiş olmak için muhalefet ederler. Muhalefeti kendi zihniyet ve eylemleri  içinde toplarlar. Menfaatlerine dokunulursa (kumar oynatılan dernek lokalinin kapanması gibi) feryat ederler. Fenerbahçe'ye çelme takanlara  karşı tek vücut duralım, sabredelim demek yerine bizzat çelme takan olabilirler. Ali Şen, Aziz Yıldırım veya bir gün başkan olursa Ali Koç dahil.



Konuyu dağıtmadan Rahmetli Rüştü Dağlaroğlu'nun şifresini yazalım: Galatasaray tribünlerinden en çok küfür yiyen başkan en iyi Fenerbahçe başkanıdır.



Ali Koç'un en büyük avantajı, karşılıklı iletişime açık (bilet fiyatlarından, Fenerium ürün çeşitlerine), plan yapan ve ekip çalışmasına güvenen bir kurumsal yapıdan gelmesidir. Çimlerin kalitesini denetlemeyi doğru bir kişiye verdiğini düşünüyorsa kendisi de denetlemeye katılmaz, önüne gelecek rapora güvenir. 



"I Have a dream ..." (bir hayalim var )


Adıyla sanıyla ortaya çıkmış biri... Aziz Yıldırım "gerekirse havuzu bozarız" dediğinde "evet haklı. Çünkü hesap ortada..." veya " Toplam pazar daralacağı için alacağımız pay düşecektir. İngiltere'de ne olduğunu inceledik" diyecek ama yaralayıcı dille asla ortaya çıkmayacak ("kulübü batırırlar/ böyle hesap olmaz gelsinler öğretelim" gibi) biri.


Erkan Zengin alınsın, Emenike gitsin gibi günlük konulara hiç girmeyecek ama "altyapıdan en çok kaleci yetiştiren kulüp Fenerbahçe daha çok forvet nasıl yetiştirir" diye panel düzenleyecek, amatör şubelerde hem yarışmacı hem öz kaynak düzeni nasıl olur raporunu sunabilecek biri...



Medyada belki iki ayda bir gözükecek, mevcut yönetimin doğrularını onlardan daha iyi anlatacak ve parlatacak biri.



"Bir gün Fenerbahçe'de yönetici olsam Fenerium'a asla Fenerbahçeli olmayan Genel Müdür olmam, çünkü..." veya "Fenerium'a gerekirse Galatasaraylı Genel Müdür atarım çünkü..." konusunu  3-4 cümleyle anlatabilecek biri.



İnönü'de açığa veya Migros tribüne kuyruğa girip bilet almış ama bugün 1907 tribünde oturan biri.



Muhalif olmasına rağmen Bağdat Caddesindeki yürüyüşte boynunda atkıyla yürüyen (vay be o da gelmiş. Helal olsun denilecek) biri.



Çok fazla hayal kurmayalım. Zor işlerden bahsediyoruz. "Fenerbahçe yönetiminde çatlak" haberini yaptırmak 2 telefon görüşmesine bakıyor. 

...
...
...


2 yıl önce bir seminere katıldım. Fizikçi bir aile dostumuz konuya Higgs Bozonu ile başladı. Kapıya yakın olsam tüyerdim.Ama sonra  "Tanrı Parçacığı için 1960'ların sonunda çalışmaya başladılar, 2011'de kanıtlamaya çok yakınlar" diye anlattığı öyküyü heyecanla dinledim. Bundan iki yıl sonra da Tanrı Parçacığını kanıtladılar ve Nobel Fizik Ödülünü aldılar.



Bu yazı için bana fikir verenlere teşekkür ederim. 


6 Ocak 2015 Salı

Köpek Öldü

Öteden beri Varlık yayınlarını severim,biriktiririm...

Somerset Maugham'ın Tehlikeli Geçit kitabını okumamın en bilimsel açıklamasıysa kapağının sarı lacivert olması !

Tesadüf, tek taraflı bir aşk, yasak aşk, pişman olunan bir evlilik (mi ?), kolera, pişmanlıklar, hatanın tekrarı, aileye dönüş gibi bir süreçte güzel kitap. En çarpıcı yeriyse "Köpek Öldü" sözü gibi geldi .Bu söz Oliver Goldsmith'in şiirinden geliyormuş.Şiiri buldum (1) Çok derin anlamları olduğunu okudum.Mutlaka da öyledir ama kitapta kullanılış biçimini çözemedim .

Kitabın adı neden "Tehlikeli Geçit" onu da anlayamadım. Orjinal ismi The Painted Veil (Boyalı duvak) . Dilimize "Renkli Peçe" diye de çevrilmiş.

Kitaptan yola çıkıp biraz araştırınca The Painted Veil'in filmi de olduğunu gördüm,aldım.


Filmleri çekilen kitaplar için en doğru sözlerden birini "Kitabınızın filme uyarlanması, sığırınızın bulyon tabletlerine dönüştürülmesini izlemeye benziyor"(2) diyen John Le Carre söylemiş. Filmi izlerken ilk hedefim "köpek öldü" sözünün anlamını çözebilmekti. Sağ olsun yönetmen o konuya hiç girmemiş...Yönetmen kitaptaki --bence-- en can alıcı yerleri de çıkarmış (tam bu noktada acaba benim okuduğum 1957 baskısında hatalı tercüme olabilir mi diye de düşünüyorum) ama filmi kitap kadar hatta daha da akıcı bir hale yola sokmuş. Tamam filmin bitişi de kitapla pek uyuşmuyor.Yine de film güzel olmuş.

Kitap ve film bittiğinde "Kitapların filme uyarlanması genelde felaketle sonuçlanır" fikrimi olumsuzdan durağana çevirdim. Köpek öldü sözünü çözemedim, bu konuda yardımlara açığım(3)...
__________________________________________________________________________
(1)An Elegy on the Death of a Mad Dog
  Good people all, of every sort,
  Give ear unto my song;
  And if you find it wondrous short,
  It cannot hold you long.

  In Islington there was a man,
  Of whom the world might say
  That still a godly race he ran,
  Whene'er he went to pray.

  A kind and gentle heart he had,
  To comfort friends and foes;
  The naked every day he clad,
  When he put on his clothes.

  And in that town a dog was found,
  As many dogs there be,
  Both mongrel, puppy, whelp and hound,
  And curs of low degree.

  This dog and man at first were friends;
  But when a pique began,
  The dog, to gain some private ends,
  Went mad and bit the man.

  Around from all the neighbouring streets
  The wondering neighbours ran,
  And swore the dog had lost his wits,
  To bite so good a man.

  The wound it seemed both sore and sad
  To every Christian eye;
  And while they swore the dog was mad,
  They swore the man would die.

  But soon a wonder came to light,
  That showed the rogues they lied:
  The man recovered of the bite,
  The dog it was that died.

( http://wonderingminstrels.blogspot.com.tr/1999/12/elegy-on-death-of-mad-dog-oliver.html )

(2) Sözün orjinali: Having your book turned into a movie is like seeing your oxen turned into bouillon cubes

(3) Tankut Taner Çelik'in bilgisi sırrı epey çözdü !( http://www.quotationspage.com/weblog/2008-04-04-the-painted-veil-by-w-somerset-maugham/ )

4 Ocak 2015 Pazar

Heybetinden...

İstanbul'da hava soğuk, hissedilen daha soğuk. Fırat Aydınus'un Fenerbahçe karnesiyse (yönettiği son 12 maçta 3 Fenerbahçe galibiyeti ) buz gibi !

İstanbul'un kadim(!) takımlarından Başakşehir'in taraftarları da "şampiyonluk çok yakın" sloganları ile yerlerini almışlar. Maça Başakşehir başlıyor. Semih (de Souza) 2010-11 sezonunda Sarı Kanarya forması giydiği günlerdeki gibi topu sağ ileriden taç çizgisi dışına yolluyor ve belediye prese başlıyor.

Fenerbahçe'nin çalışkan orta sahası ve Alper yanlarına iki beki de alıp belediyenin gole yönelik hizmet vermesini engellerken devreye Egemen ve Bekir de giriyor. Hal böyle olunca kaleci Volkan işsizlik sigortası için başvuruda bulunuyor.

"Caner kornerleri uzun zamandır çok etkisiz kullanıyor" derken soldan Caner ortalıyor, sağ bek Gökhan kesme bir kafa vuruşuyla asisti yapıyor, Kuyt kafayı vuruyor ve kale arkasından dolaşıp klasik gol sevinici yaşarken Erol Evgin "istersen eğlenelim davullarla zurnalarla" diyor.


Sezon boyu ikili mücadelelerde maket kartonu sertliğindeki Gökhan bu hafta masif parkeye evrilmiş durumda. Gidiş gelişleriyle de "Belediye'nin Marmaray'ı varsa Fenerbahçe'nin Gökhan'ı var" dedirtiyor. Caner de Türk soluna örnek teşkil edecek bir çalışkanlık ve yaratıcılık içinde. İlk yarıdaki Semih kademesiyle de rakip için kırıcı olabiliyor.

İlk yarı bittiğinde, "Alper Potuk sırtı dönükken Cemil veya Vokri, top ayağındayken Rıdvan gibi ama gol vuruşlarında kötü" diyenler yanılıyorlar. Alper ikinci yarının başında  Caner'in getirdiği topu Oğuz klasında kontrol ediyor, Aykut klasında vuruyor ve top Alex vurmuş gibi yan ağlara gidiyor. İlerleyen dakikalarda Mehmet Topal sezonun o en güzel golünü atmadıysa Alper'e olan saygısındandır.

Emre kariyeri boyunca mükemmel oynadığı bir çok maçta "ama" diye başlayan yorumlara maruz kalmıştır. Bildiğimiz Emre, Fırat Aydınus ile çarpışınca abartı tepki gösterip kart görebilirdi "ama" o da sahada sakin kalmayı seçiyor.

Fenerbahçe Avrupa'nın en az gol yiyen takımını 2 golle yeniyor, 5 maçtır galip geliyor, gol yemiyor ve geceyi lider bitiriyor. İsmail Kartal alkışı hak ediyor !

Unutmadan, Semih Şentürk'ün oyundan çıkarken alkışlanması ve çıktıktan sonra devam eden tezahürat çok güzeldi çünkü o, çubukluyu giydiği yıllarda oyuna girerken bir umut olarak çok özeldi.

Ligin ilk yarısı biterken veli görüşmesi için 2 veliyi çağıracağız.

"Aslında çocuk çok yetenekli ancak dikkat eksikliği var. O pozisyonda hangi ayakla vurulMAZ diyoruz, o vurulur anlıyor. Dikkat ederse, odaklanırsa başarılı olur" diyeceğimiz aile Sow ailesi.

"Okul değiştirme de dahil her türlü çözüme varız. Çok efendi ve gayretli ama sınıf seviyesine çıkmak için daha çok çalışmalı" diyeceğimiz aile Ribas ailesi.

Bir de ricamız olacak. Haklı olduğu konularda dahi söylem veya uygulamalarıyla haksız duruma düşen birinden rica edeceğiz. Büyüklük sende kalsın, çöz şu işi orada yine "heybetinden sığdıramadık yere göğe" yazsın !