14 Şubat 2019 Perşembe

Sirayet

Türk Dil Kurumu "sirayet" için şöyle diyor:

(sira:yet), Arapça sirāyet
1. isim Hastalık başkalarına geçme, bulaşma:
      "Yapılan muayene neticesinde, hastalığın kimseye sirayetine meydan verilmeyecektir." - Sait Faik Abasıyanık
2. isim, mecaz Yayılma, dağılma:
      "Vehbi'nin bu şüphesi büyüklere sirayete başladı, çocuk bu fırtınada başka köye gitmiş olamaz." - Reşat Nuri Güntekin

Bu yazıdaki anlamı elbette ikincisi, yani yayılma dağılma.
Fenerbahçe ülkenin en büyük sivil toplum örgütlerinden birisidir. Uzak ara en çok konuşulan, merak ve gıpta edilen kulübüdür. Ancak en büyük olmak her zaman en güçlü olmak anlamına gelmez. Acı ama gerçek, Fenerbahçe güçlüler sıralamasında kendine 4.sırada, yani Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor sonrasında yer bulur. Hatta Başakşehir'den sonra bir sıra daha düşmesi sürpriz olmayacaktır.

Herhangi bir futbol severin ikinci takımı değildir Fenerbahçe. Biz şampiyon olamıyorsak Fenerbahçe olsun diyene rastlamak imkansızdır.

Bir başına olmanın bedelini ödeyen Fenerbahçe aslında kendini yalnızlığa da mahkum etmiştir. Bu yazının ilerleyen satırları oraya doğru gidecektir.

" ...Fenerbahçe antipatiktir, Fenerbahçe Hulk'tur, Fenerbahçe hakemi de yenebilir... "


Fenerbahçe antipatik bir takımdır sözü,  Kerim Kazgan'ın Fenerbahçe'yi tutmayanlar için kullandığı nefis tanımı Fenersizler için doğrudur, sık başvururlar. 

Fenerbahçelilerin "sempatik olalım" çabasıysa boşuna akıntıya kürek çekmektir... 

Fenerbahçe sempatik değil güçlü olmak, geleni geçeni sahada yenmek zorundadır.

Örneği basketbol takımından verelim. Murakami okuyan, Balat'ta fotoğraf çeken Datome'li Fenerbahçe Beko başarılı olduğu için sempatiktir. Sempatik olduğu için başarılı değil...

1988-89 takımı çok başarılı olduğu için efsane mertebesine çıkmıştır ve şüphesiz sempatiktir. Rıdvan'ın aklı ve sürati, Aykut'un öldürücü noktaya yaptığı vuruşlar, Oğuz'un GPS'i o dönemde icat eden ayakları, ilk ithal yıldız Schumacher'in kalede büyümesi eğer sezon sonunda şampiyonluğu getirmemiş olsaydı Fenerbahçe yine sempatik olur muydu  ? 



Yıllar geçerken "Ali Şen gitmeden Fenerbahçe sempatik hale gelmez" diye ezberletilen cümlede sadece özne değişmiş, Aziz Yıldırım olmuştur. Pek yakında Ali Koç olacaktır...Elbette sözü söyleyip ortaya çıkaranlara da bakmak gerekir...

Ali Şen

Aziz Yıldırım

Hakemi de yeneceksin diye sırtına bindirilen ve bir süre sonra camianın da bir uzuv olarak kabul ettiği kambur ile yaşamak Fenerbahçe'nin gerçeği haline dönüşmüştür. Öyle ki 2006'da, 2012'de son anda kaçan ve kaçarken de futbol ahlakı adına büyük kaçaklar yaşanan iki sezondan sonra Fenerbahçe camiası beceriksizliği(!) önce futbolcu ve teknik adamında, sonra başkanında aramış, Dereli ve Çakır'ın kiralık katil rolü çok sonraları beyinler ve kalplerde yer edinebilmiştir.

Ali Şen'in ortaya attığı ve camianın da çok hoşlandığı "Fenerbahçe hakeme düdük astırır, gidecek derse gider" sözleri kulağa çok hoş gelir ama peki kime en son düdük astırdı sorusu cevapsız kalır. Belki 90ların ortasından Bülent Yavuz olayı anlatılacaktır, rakiplerin yakın zamanda düdük astırdıkları hakem listeleri uzayıp giderken...


"Fenerli Medya..."


Aşağıdaki haber bir ergenin photoshop'u değildir. Yayınlanmış ve çok tepki görünce kaldırılmıştır.




Konu fotoğraftaki kişileri sevip sevmeme değildir. Konu Fenerbahçe'ye yapılan saygısızlıktır. Ancak böyle esprilerin alıcısı Fenersizler kadar Fenerbahçeliler olduğu sürece, bir diğer değişle bu haberler en çok tıklanmaya devam ettikçe önüne geçmek kolay değildir.

Hadi buna sosyal medya esprisi dedik geçtik diyelim. Peki medya Fenerbahçe düşmanı mıdır ? Yoksa Fenerbahçe hedef mi şaşırtmak için yıllardır bu söylemin arkasına sığınmaktadır ?

Günümüzden başlayalım. Maçların özetlerinin yayınlandığı kanallar en çok ratingi alırlar. Peki maç akşamları orada olan yorumcuları arasında Fenerbahçe ne oranda temsil edilmektedir ?  Bazen az bazen hiç ! 

Fenerbahçe yıllar içinde bu stratejik noktalar için hangi girişimlerde bulunmuştur diye sormak ilk yapılacak iştir. Futbol yorumculuğunun pilot koltuğunda oturan Rıdvan Dilmen futbol bilgisi, işlek zekası ve hafızasıyla mı oradadır yoksa Fenerbahçe kimliğiyle mi ? Birincisiyle... 

Temmuz 11'e dönelim. Kumpasının baş aktörlerinin yanında saf tutan, fırsat bu fırsat diyen spor ve futbol yorumcuları hala hafızalardadır, dahası görev başındadır. Bugün sokağa çıkıp 2011 kumpası ile ilgili fikir sorarsanız ortalama Türk insanının "Fenerbahçe şike yaptı ama üstü örtüldü" demesi 2 yıllık medya bomdardımanının beyin hasarıdır. Ancak bu 2 yılın öncesinde ekilen tohumları, dikilen fidanları yok sayarsak hata olur. 

                                             

Fenerbahçe meydan okuyandır, en büyük biziz der. En çok şampiyon olduk, stadımızı kendi imkanlarımızla 3 kez yaptık, en çok üyeye sahibiz, en çok vergiyi verdik, son 2-3 yıl hariç (ayrı bir yazı konusu olacak kadar trajiktir) bir sarı lacivert insan deniziyle tribünlerde lideriz der. Her meydan okumanın bir karşılığı olur, ama sahada ama medyada... 3 Temmuz, Fenerbahçe'nin -zaten olmayan -kurumsal lobisine veya medya gücüne değil isimsiz taraftarlarından oluşan bir duvara tosladığı için yol alamamıştır. 

Fenerbahçe medya çekişmesini bugünlerin konusu sanmak büyük hata olur diyerek 1935'den naif bir yazıyı kullanalım:



Fenerbahçe'nin dramı daima en çok satandır. 80li, 90lı yıllarda "Fenerbahçe nasıl kurtulur ?" tarzı saatler süren programları hatırlayalım. Tüm Türkiye televizyon  başına kilitlenmiş, Fenerbahçeliler acı içinde, rakipler mutlu fındık fıstık yiyerek bu programlar izlemiştir. Fenerbahçe de işler kötü gittikçe yeni bölümler yeni programlar yapılmaya devam etmiştir.  Bu programları Ali Kırca, Fatih Altaylı, Mehmet Ali Birand, Reha Muhtar gibi isimlerin yapması ne ilginç tesadüftür...

Medyanın amiral gemisi Hürriyet'ten Nezih Alkış'ın ayrılması, Ligtv'de Şansal Büyüka Fenerbahçe küskünlüğü önemli birer kırılması noktasıdır. Eski futbolcularına hak edip etmediğine bakmadan "yorumculuk" kapılarını açan rakiplerinin aksine  Fenerbahçe sessiz ve etkisiz kalmıştır.

Medya'da pespayelik günden güne artarken, seviyesizlik ve yüksek ses rating olarak geri dönerken,  insanlar her şeye inanma eğiliminde gerçek ile kurguyu ayırma zahmetine girmezken, kaybeden koltuğunda hep Fenerbahçe oturmuştur.



"Fenerasyon..."


Sürekli haksızlığa uğradığı vurgusuyla şikayet eden Fenerbahçe, masa başında kendisini tesadüflere ve başkalarının insaf veya inisiyatifine teslim etmiştir.




Yukarıda fotoğrafları bulunan 6 adam benim yaşımdakilerin kahramanlarıdır. 

Fenerbahçe bu isimlerden kulüp içinde ne kadar yararlanabilmiştir ayrı bir tartışma konusudur ama Fenerbahçe bu isimlerin milli takım hocası veya federasyon başkanı olması  için herhangi bir faaliyette bulunmuş mudur ?

23 Aralık 1986 günü Ali Uras'ın TFF başkanı olmasından günümüze başkanlara  bakacak olursak Fenerbahçe kökenli başkanların (çok kısa süre görev yapan  ve saygın birisi olan Abdullah Kiğılı'yı hariç tutmak isterim) Fenerbahçe'ye nasıl bir katkısı olmuştur ? Diğer başkanların kendi camialarına ne gibi katkıları olmuştur ? 
Fenerbahçe TFF kurullarında akil adamlarıyla veya militan Fenerbahçeliler ile ne derece temsil olunmuştur ? Ayrıcalık  alınmasını geçelim, adil bir el Fenerbahçe'ye uzanmış mıdır ?

Ulusoy döneminde Galatasaray, Demirören döneminde Beşiktaş neler kazanmıştır,  Aydınlar ve Erzik döneminde Fenerbahçe'den neler kaybetmiştir diye bakarsak daha da sağlıklı olur... Fenerbahçe kayıplarının nedenini "dikine oyun"da araya dursun...

Ülke son sürat Fikret Orman'ın TFF başkanlığına giderken Fenerbahçe "camiası" bir aday çıkaracak mıdır hep birlikte göreceğiz.

Şimdi de milli takımlar teknik direktörlerini gösteren şu tabloya bakalım lütfen:



Oğuz Çetin'in çok kısa ve geçici görevini saymazsak, Fenerbahçe teknik direktörlüğü yaptıktan sonra Milli Takımımızın başına geçen son isim rahmetli Sabri Kiraz'dır, 1978 yılında !

Terim ve Güneş'in yazlık ev gibi canları sıkılınca kapağı attıkları mevki Lucescu'nun ayrılmasıyla boştur ve soru şudur: Fenerbahçe camiasının bir adayı var mıdır ? Dikkat ederseniz kulübün demiyorum, kitleyi büyütüyorum. Aykut Kocaman, Tayfun Korkut, Dirk Kuyt, İsmail Kartal gibi aklımıza gelebilecek her isim için "ama o olmaz" diye ilk itiraz Fenerbahçe içinden gelecektir...

Yengeç sepeti özelliğini hiç kaybetmez Fenerbahçe !

Bu arada TFF başkanlığı ve Milli Takım Teknik direktörlüğü gibi üst görevlerden bahsettik. Kurullar, yaş kategorilerindeki milli takımlar gibi piramitin altına indikçe Fenerbahçe uranyuma benzeme durumunu korur, çok nadiren görülür.


"Fenerbahçe'nin tek ihtiyacı iyi bir 10 numara "


Fenerbahçe tarihinin yakın veya uzak bölümlerinde gezdiğinizde karşınıza sürekli benzer olaylar çıkar, moda değimle "şaka gibi" dersiniz. 

Geçmiş olayları bilgi, akıl ve vicdan süzgecinden geçirir, üzerine de olaylara, kişilerin değil Fenerbahçe'nin gözünden bakmayı becerirseniz ki buna "tarih bilinci" denebilir, uyanırsınız !  Yazının başından beri anlatılmak istenen budur, TFF-Hakemler-Rakipler-Siyaset-Medya Fenerbahçe ile didişmişlerdir, didişmeye de devam edeceklerdir. 2011'den beri gittikçe yorulan Fenerbahçe için mücadele her gün daha da zorlaşacaktır.

Eğer Fenerbahçe gibi ülkenin "öteki" takımıysanız (bundan belli bir noktaya kadar kaçışınız yoktur)  çözümünüz her daim çok güçlü sportif kadroları kurmaktır. Ancak, kendinizi futbol erklerinin inisiyatif ve insafına bırakırsanız, sadece güçlü kadrolarla bazen ve kısa vadede başarılı olur o cepheyi kazanırsınız. Robin van Persieler-Naniler-Carloslar-Alexler-Anelkalar cepheyi kazanabilir ama savaşı kazanmaya yetmez.

Trevanian'ın efsane kitabı Şibumi'de güzel bir söz vardır: Sert işleri kimler yapmalı ? Yapabilenler ! Fenerbahçe camiasının sirayet konusunda çıkış yolu bu cümle olmalıdır.

Peki, sirayet için neler yapılmalı ?
Onu uzmanları bilir. 
Yazılmayacak şeyler olduğunu bilirim o kadar.

11 Ocak 2019 Cuma

2018'de okuyup beğendiklerim

2014'den bu yana okuyup beğendiklerimi yazıyorum. 


2018 tembel bir seneydi, az okudum, çok kitabı yarım bıraktım, çok kitaba başlayıp ara verdim  ama iyi tarafından bakarsak okuduklarımdan çok memnun kaldım.

Okuduğum futbol kitapları başıma çok iş açtı, merak uyandırdı ve bol video seyrettirdi. Bilhassa Mert Aydın'ın Dünya Kupası Tarihi ve en sevdiğim futbolculardan biri olan Dennis Bergamp'ın Stilness and Speed:My story (yazarı David Winner) kitapları...

Konu futbol kitaplarından açılmışken devam edeyim. James Montaque'nun "Oyunun Efendileri" (The Billionaires Club) klüp sahipliğinin karanlık yüzü olarak çok net örnekleri sunuyor. Ligimiz bu yola girmişken meraklısının okuması gerekir... Ateş Bakan'ın O Penaltı gol olmayacak ve Ahmet Ercanlar'ın Bana Fenerbahçe'yi anlat sarı lacivertli gönüllere hitap eden başarılı kitaplardı ve ne çok şey yaşamışız ve nasıl ayakta kalmışız dedirtti. Elif Çongur'un Köşe Gönderinin Bir Metre Gerisi ise yazmak isteyeceğim konularda çok iyi bir kitaptı. Çağrı Çobanoğlu'nun Şampiyonlar Ligi adlı kitabı bilgileriyle ve bilhassa çizimleriyle aklımda kaldı.

Sezonun en iyi futbol kitabıysa Raphael Honigstein'in Alman futbol devrimini anlattığı 4.Yıldız (Das Reboot) oldu. Gece karar verip yatıp sabah kalkınca futbolda sıçrama olmuyor :)

Futbol dışına geçersek, Jo Nesbo'nun Kızılgerdan ve Yarasa bir Nemesis etkisi yapmasa da güzeldi. Craig Russel'ın Kanlı Kartal (Blood Eagle) da biraz vahşi ama sürükleyiciydi.

3 Favori yazarımdan birer kitap okudum. Murakami'den Rüzgarın Şarkısını Dinle, John Verdon'dan Fırtınada Yanacaksın (White river burning) ve Anne Tyler'ın çok uzun arayışlar sonucu Kocaeli'de bulduğum ve yazın okumaya karar verip, başlayıp, sindire sindire Eylül'de bitirdiğim Yıllar Merdiveni. Her üç kitap için de aynı yorumu yaparım, çok beğendim ama o yazarların en iyi kitapları arasına girmez. 

Melih Esen Cengiz'in Darrüşşafaka'da geçen romanı Paylaşılamayan Cinayet çok sürükleyiciydi ve ilginç bir sonu vardı.

En beğendiklerime gelirsek. İlk 6'ımdaki 4 yazarı ilk kez okudum. Frederick Forsyth ise sahaflardan topladığım kitaplarıyla geçen yıl olduğu gibi bu yıl da kürsü de yer aldı !

Ankara'ya gittiğimde uğradığım bir sahaf arkadaş "abi çok farklı kitaplar alıyorsun. Senin zevkin tam olarak nedir anlayamadım" demişti. Aslında ben de bilmiyorum ve dahası kitap almayı seviyorum. Bazı yazarları sürpriz olarak tanıyorum... Dolayısıyla benim "kürsü" biraz anlaşılmaz olabilir.

6. Bıçkın ve Ağlak- Can Kozanoğlu- Mirgün Cabas

Can Kozanoğlu tüm zamanlarda en sevdiğim yazarları arasındadır. Mirgün Cabas iyi asistler yapmış, Can abi de siyaset, AKP, Medya, Cemaat, Sosyal Medya üzerine gelişine çakmış...Yazdıklarının bir kısmı aslında düşündüğüm ama ifade etmekte sıkıntı çektiklerim,diğer kısmıysa  okuyunca düşünmeye kavramaya başlayacaklarım. Örnekler de anlaşılmaz konuların izahı için tam yerinde.

5. KAYGAN TOPRAK-Max Von Der Grün

Sahaftan aldığım bir kitabın cildinin içinden daktiloyla 28 Kasım 1974 yılında yazılmış 2 A4 çıktı. 

Merakla okudum, ilgim daha da arttı, kitaba hemen başladım ve kısa sürede okudum. Emek üzerine duru bir kitap. Anlatımı çok basit ama derin.  

4. Frederick Forsyth Üçlemesi- İkon / Arabulucu / Dördüncü Protokol



Tamamı sahaflardan bulabileceğiniz 3 kitap. Belki şanslıysanız ailenizden biri 30 yıl önce almıştır ve evde vardır ! Geçen yıl Çakal-İt Dalaşı ve Gizli Örgüt Odessa ile başlayan Forsyth serüvenime bu yıl 4 kitapla devam ettim. Kısa öykülerden oluşan Muhteşem Hata belki döneminde heyecan vermiştir ama şimdi vasat kaçıyor. Diğerlerine bir göz atarsak:

İkon: İçinde bol Amerika ve Rusya soğuk savaş dönemi öyküsü ve Sovyetlerbirliği'ndeki bir ihtilal var. Gereksiz detay, kitabın son kısımlarını Topuk Yaylası'nda sonrasında güneş açan karlı bir havada bitirdim...

Arabulucu : Konuyu Yazmayayım ama bir silah çetesi birini kaçırmaya karar veriyor. En zoru olsun diyorlar...Sanat eseri gibi bir macera. 

Dördüncü Protokol : Karşılıklı bir casusluk planı içinde bazen minicik bir hata olur. MI5 ve KGB karşı karşıyalar, İngilizler'in ev sahibi olma avantajı var. Kitabın bir yerinde karşımıza Papa suikastı ile Mehmet Ali Ağca çıkıyor ama asıl konu değil, bir bilgi olarak.


3. KEHRİBAR ZAMANINDA AŞK-BİGE GÜVEN KIZILAY

Kitabın sondan bir önceki sayfasında Mustafa Kemal'in bir sözü var: Dinlenmemek üzere yola çıkanlar asla yorulmazlar !

Genç Türkiye Cumhuriyetinin de bir romanı diyebiliriz. Aslında dinlenmeyen ve vakur bir ailenin gerçek bir öyküsü. Niye vakur ? Adalet bakanı olan babanın önüne kızının atama kararnamesi geliyor. Tüm kararnameleri imzalayan baba "kusura bakma kızım imzalayamam,söz olur, yakışık almaz"  diyor ve imzasını atmıyor. 

Kurtuluş,Tandoğan,Ankara Koleji, Büyükada gibi aşina olduğum ne çok ortak mekan var derken kitaplar,olaylar da işin içine giriyor. Ankara'dan yolu geçmiş birisi farklı duygularla okuyacaktır. annem benim gençliğim dedi.

Bittiğinde ağladım, acıklı olduğu için değil... 

Bige Güven Kızılay'ın diğer kitapları da okunmak için sıradalar.

2. CAN ŞENLİĞİ/ ÇELLO- ABBAS SAYAR

Nasıl olur da Abbas Sayar'ı bugüne kadar okumamışım dedim. Yerel ağzı büyük bir beceriyle kullanmış. Yer yer Yaşar Kemal tadı var, hatta ötesi. Bulabildiğim diğer kitaplarını da aldım...

Can Şenliği'nde yaşlı bir adamın eşeği ile dostluğu belki de bir insan-hayvan dostluğu üzerine yazılmış en iyi romanlar arasına girer. 

Ben E Yayınevi baskılarını okudum, yeni baskıları da varmış. 

1. Hacizli Toprak- Cengiz Tuncer

Yeni tanıştığım ve niye daha önce okumadığım diye hayıflandığım bir yazar daha. Hacizli Toprak 1959 yılında yazılmış. 

Köylük bir yer, Mestan adında köylüye borç veren, ödemediği anda tarlasına el koyan bir adam,o adamın kızı ve ona aşık Hasan... Konu, klasik bir Türk filmi gibi gözükse de anlatım nefis. İyi ki okumuşum. Cengiz Tuncer bir kitabı daha varmış, Kerkenez onu da bu yıl okumak istiyorum.