17 Mayıs 2020 Pazar

Onlar Efsane Bir Takımdı


"Onlar efsane bir takımdı" (*)

Euroleague kazana basketbolcular gibi ekstra pası yaparak gol atarlardı. Bir sezonda 103 gol atmışlar ve tam 11 maç ardı ardına 3 gol ve üzeri atıp rekor kırmışlardı.

Bir Malatya maçında Brezilyalı Serginho gol atınca gidip korner bayrağının yanında Fenerbahçe tribünlere bakarak samba yapmış, onlar 6 golle karşılık vermişti.

Golün her türlüsünü atıp büyülemişlerdi izleyenleri…Kim miydi onlar ? 

Schumacher: “Kandırmayın Fenerlileri gelmez” denenlerin ilkiydi, gelivermişti. Rakiplerinin onunla karşı karşıya kalıp heyecandan topa vurmadığını, donup kaldığını hatırlarım, Galatasaray maçındaki kedi plonjonunu da… O günleri seyretmiş bir Fenerbahçeli’ye “Miçooo Miçoooo diye bağırırdı” deyin, hemen yüzü güler.

İsmail : Bursa maçında şampiyonluk penaltısına baktı kimse gitmiyor, gidip çat diye atmıştı golü. Kemik gibi bekti, haksızlığa gelemezdi. Birisi gidip takım arkadaşına faul yaparsa “bak İsmail bunu kıstıracak” diyenleri haklı çıkarır, kıstırırdı. Camiasına teknik adam olarak da şampiyonluk yaşatacaktı, kurşun yedi takımı.

Nezihi: Sıfır favori, uzun saçlar, uçarak atılan kafa sonrası yerde atılan bir iki takla. Taklit ettik, saçı yaptırdık, yerde çok eşofman paraladık. 5-1’lik Galatasaray maçında kendi kalesine gol atınca “baktım atacakları yok ben attım” deyivermişti. Yıllar içinde “Nezihi gibi defans adamı” diye bir çıta oluşturdu.

Müjdat (Miço): Dereağzında kadro dışıyken düz koşusunu benimle beraber 200 kişi izlemişti. Oynamadığı mevki kalmadı, üzerine getirilen herkes gitti o kaldı. Ciğer ve yürek ikilisi yetenekteki noksanları kapatıp artıya geçirirdi Miço’yu. Fenerbahçe’den hiç kopmadı, altyapısı ona teslim oldu. 

K.Şenol: Soyadı gibi bir sol ayak ustaydı. Ortaları UPS kargo gibi tam zamanında yerine, frikikleri köşeye giderdi.

Turan : Bugün oynasa 15 milyon Sterlin ile ilk imzasını atardı. Tamamı hücumu seven takımın yegane defans sigortası oydu ama o da hücumu severdi. Uzaktan, şutla, kafayla, driplingle her tür golü attı. Yetmedi 100.golü attı, gönlü zengindi o golün ödülü arabayı o yıl kaza geçiren Samsunspor’a bağışladı. Fenerbahçe altyapısındaki takımları şampiyon yaptı, en kötü sezonda takımın başına geçti derbilerin tamamını kazandı.

Hakan: Düşük tozlukların efendisiydi. Telefon kulübesinde adam geçer lafını o doğurdu. Herkese çalım atabilen, kedi-fare oyunlarının kralı, şık gollerin ustasıydı. Derbi golleri güzeldi ama o Karşıyaka maçında attığı rövaşata golü ustalık eseriydi, Sow görse kıskanırdı.

Serdar : Bugünkü İspanyol milli takımın orta sahasına koy sırıtmayacak adamdı. Top kontrolü yumuşak, şutları bazuka olanlardandı. Sakatlıklar ile boğuştu, hünerleri gösterime bir türlü çıkamadı ama oyuna girerken de çıkarken de hep alkışlandı.

Eğer bu oyuncuları izlemediyseniz ve yazıların bu bölümüne kadarında bir abartı var diye düşündüyseniz, bir büyüğünüze sorun. Zerre abartı yok, eksik var der… 

Onlar efsane bir takımdı.

Oğuz : Beyninden, serçe parmağına vücudunun her zerresi futbol için yaratılmış bir isimdi. Her tür golü attı ama hiçbir arkadaşını ofsayta düşürecek pası atmadı. Lig tarihinin en fazla forma giyen oyuncusu ve Trabzon’daki frikikte topa vuran o oldu. İmparator lakabını futboluyla, beyefendiliğiyle hak ederek aldı. Fenerbahçe’de kötü dönemde görevden kaçmadı. Keşke daha sonra o göreve soyunsaydı ve çok başarılı olsaydı.

Aykut : Brezilya yeteneği, Einstein zekası vardı. Göğüs stop, ters çalım, direk dibine giden gollerin büyük ustası oydu. Efsane takımda gol kralı oldu. Yıllar sonra Trabzon’da sisin içine yapılan ortaya bir vurdu, takımı güneşe çıkardı. En efsane şampiyonlukta ve tarihin en büyük Avrupa zaferinde teknik adam, Temmuz 2011 kumpasında direniş kuvvetleri komutanı oldu. Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük teknik adamı olmak için gün sayıyor…

Hasan : Ülke genelindeki 88-89 posterlerinde resmi kapatılan tek adam oldu. Büyük yetenekti, çok büyük hata yaptı. Pişman oldu. Kadıköy mitingine geldi, Silivri’ye gitti. Ben affettim ama futbol tarih affetmeyecektir.

B.Şenol : Lakabı gibi büyük bir adamdı. Fenerbahçe’de stoperden santrafora yolculuk yaptı, her oynadığı yerin hakkını verdi. Şimdi teknik adam olarak gençlerin başında.

Rıdvan : Bir çok yıldız saydık ama başrolde o vardı. Aldı götürdü, durdu, bir daha hızlandı, attı, attırdı. Onun gibi yeteneklisini ben izlemedim, en çok küfürü Yesiç’e ettim. Yıllarca her şey kötü giderken, o dönecek diye bekledim. Fenerbahçe’nin başına erken geldi, hızlı gitti. Hatası sevabı, benim için özel adamdır, Fenerbahçelidir. Onlar efsane bir takımdı.

Onların bu hikayesi bilindik ama anlatmasak olmaz. İzbe bir soyunma odası, başlar düşük. Ezeli rakip tribünlerinin “beş beş” diye dalga geçen sesleri geliyor. Hoca takımı topluyor. Hoca da hoca ama, Yugoslavya’da defalarca gol kralı olmuş, Fenerbahçe’ye gelip şampiyon yapmış şimdi de bu Harlem tarzı takımın tek patronu.

Tamam maç bitti 3-0 kaybettiniz ama şimdi çıkın ikinci devrede yeni bir maç yapın ve o maçı 1-0 alın” diyor. Takım sessizce soyunma odası tünelinden Ali Sami Yen’e çıkarken son metrelerde yakalıyor çocukları “Bu arada o golü ilk 10 dakikada atarsanız maçı da alırsınız” diyor.

2 dakika geçtiğinde Televizyon başındakiler donk diye bir ses duyuyorlar. Bu Aykut’un attığı, İslam Çupi’nin metafizik dediği golde, topun kale içinde ağlara giderken mikrofonu devirme sesi. İlk 10 dakika ve o gol, evet hoca haklı çıkıyor, 3-0’dan maç 4-3 oluyor.

İslam Çupi o akşamüstü “Fenerbahçe yenilmez bu formayla fazla dalga geçilmez” diye yazıyor.

Fenerbahçe şansı diyenler çıkıyor ama onlar efsane bir takım. 108 gün sonra, Galatasaray’a karşı bu defa 2-0 yenik duruma düşüp 3 gol atarak kazanıyorlar. Hoca böyle galibiyetlere “normaal” diyor.

O hoca Veselinoviç. Büyük hoca ve büyük de adam. 2011’de Kadıköy’de mitinge gelip aklında kalanlar ile kırık dökük Türkçe konuşuyor “en büyük Fener” diyor. Geçen hafta Veysel hoca da bu dünyadan hoş bir seda bırakarak ayrıldı.

28 sene sonra çocuklar bir araya geldi, Veysel Hocalarına son göreve gittiler. Tek fotoğrafla ağlattılar, güldürdüler.

Onlar efsane bir takımdı...




(*) 25 Mayıs 2017'de Fotospor'da yayınlanan yazım

27 Ocak 2020 Pazartesi

Avusturya'ya Poster Gider mi ?

2012 yılından bir yazı...

Avusturya'nın bir dağ kasabasından diğerine otobüsle gideceğiz.

Şoför Hans abimiz yolda otobüse hitaben bir şeyler diyor...Bizdeki almanca anlamaya yeterli değil, ne dedi anlamıyoruz ama "parasını veremeyen, parasının üstünü alamayan var mı " demiştir diye gülüşüyoruz...

Son gülen şoför Hans abi oluyor zira ve tahminen bizim kasabanın adını söyleyip orada inecek var mı diye sormuş...Biz espri yaparken de otoyola çıkmış basmış gidiyor...

"Ich möhte gehe nah  " diye derdimizi anlatıyorum ama verdiği cevabı anlamıyorum...Bindik alamete derken kasabalar gelip geçiyor...Son durak tadında bir yerde iniyoruz...Şoföre "nasıl döneceğiz Herr Hans kardeşim  " diye soruyoruz ama anlamamakta direniyor ...

Bizim hanım bir tarife buluyor ama bilmece gibi...Otobüs durağı bir kasabanın hemen dışında ve tam karşımızda dükkanlar var..."Ben şimdi öğrenirim" diyerek üstünde "İstanbul Market" yazan dükkana dalıyorum.


- Hocam selamlar.
- Ooo selamün aleyküm  !
- Biz kaybolduk ya, nasıl döneceğiz  ?
...
...
- Nereden geliyorsunuz ?
- İstanbul
...
- Kolay, tarif ederim...Bir şeyler ikram edeyim ?
- Dışarıda arkadaşlar bekliyor,sağ olasın
- Ben gelip size bineceğiniz otobüsü göstereyim...

O anda duvardaki Boğaziçi Köprüsü, Kız Kulesi, İshakpaşa Sarayı gibi klasik memleket hasreti kokan resimlerin yanında o posteri görüyorum...
Scumacher(k)-Ergin-K.Şenol-Taygun-.....- Nezihi
Oğuz-Rıdvan-Durmuş-Aykut-Sedat
Posterde, aynı benim veya 1 milyon kişinin yaptığı gibi Hasan Vezir'in kafası kağıtla kapatılmış ( yıllar içinde orayı kesip toptan çıkaranları , başka bir oyuncunun kafasını hatta kendi fotoğrafını yapıştıranları da gördüm)

Bir bilgiyi de vermek gerek, İstanbul marketteki o an, o posterin çekiminden 10-12 yıl sonraya denk geliyor...

-Ya bu posterden bende de vardı ve aynen Hasan'ın kafası kapalıydı...
- O var ya o ... (abimiz Hasan hakkındaki düşüncelerini net bir şekilde söylüyor)
- Enayi herif, bize de yar olmadı Galatasaray'a da...Müthiş kadroyu da bozdu...

Sonra abimiz bir sır verir gibi bir cümle söylüyor ve zaman donuyor:

-Biliyor musun, ben o yılın yazında geldim Avusturya'ya, o yıldan beri maça da gidemedim...

Üzerinden yıllar geçmiş, şampiyonluklar gelmiş, şampiyonluklar kaçmış ama abi son gittiği senenin o fotoğrafını çıkarmamış... Giderken bavuluna 2 pantolon, 4 kazak, 5 çift çamaşırın yanında kırıştırmadan o posteri de koymuş...Sohbet koyulaşırken ve abi dediğim adam ile aynı yaşta olduğumu öğrenirken beni merak eden arkadaşlar içeri giriyorlar...

-Abi neredesin ya ?

Abi bizi otobüse eliyle bindiriyor el sallıyor.
...
...
Bir daha o kasabaya gidemedik...

"Bu maça gitmesem mi ?" dediğim bazı maçlarda o abi gibiler aklıma geldi, gittim...

Hasan Vezir olan o posteri her gördüğümde aynı hikayeye başladım :
Avusturya'nın bir dağ kasabasından diğerine otobüsle gideceğiz....


Sabri Ugan'ın Radyospor'daki "Isınma Turu" programındaki anlatımıyla: https://soundcloud.com/bulentgursoy/avusturyaya-poster-gider-mi

2020'den bir not: Kadıköy'de mitinge geldiği, Silivri'ye Aziz Yıldırım'a ziyarete gittiği günden beri Hasan Vezir'i affettim. Tarihe karışamam...

7 Ocak 2020 Salı

2019'da hayatıma giren beğendiğim kitaplar...

Hem kendime hem okuyanlara arşiv olarak 2014'den bu yana okuyup beğendiklerimi yazıyorum. 


2019'da neler okudum diye dönüp bakarken çok müthiş bir yazarla tanışmamı baş köşeye koymam gerektiğini düşündüm. Tanışmak derken, okuyup tanımam anlamında. Zaten futbolcu veya yazar olarak çok beğendiğim ama tanışınca hayal kırıklığımın da aynı oranda çok olduğu isimler varken bu tanışmalar riskli. Şarkı ne güzeldir: Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli !

Futbol -basketbol konusunda epey okumuşum...Çok beğendiğim üç tane oldu: 

Frank Lampard'ın hayatını anlattığı Totally Frank ! Hatta kitabın giriş bölümünde anlattığı hikaye bugüne kadar okuduğum futbol kitapları içindeki en müthiş hikayelerden biri. Bazen olmayınca olmuyor...

Murat Murathanoğlu'nun Salondaki en kötü koltuk kitabını okumayan bir basketbol sever kalmamalı. Duyduğum kadarıyla yayıncının "ya artık bunları yazmayalım" dediği ve çıkardığı bölümler olmuş. Mevcut içeriğin kelimenin hakkını vererek "dobra" olmasına bakınca neler çıktı acaba diye insan merak ediyor... 

Onur Bayrakçeken'in Prekazi kitabını da beğendim. Sonra Prekazi'yi tanıyanlardan bazı yorumlar aldım... Yine de kitabı beğendim.
...
...
Bağlılık yapan  Frederick Forsyth'ın 2019 içinde dört kitabını okumuşum Şeytan Seçeneği, Fısıldayan Rüzgar, Hilekar için yorumum nefis, Afgan için eh diyebilirim. Okumadığım Türkçe yayınlanmış sadece 2 kitabı kaldı, üzgünüm.

Halide Edip Adıvar'ın az bilinen romanlarından Kerim Usta'nın Oğlu çok etkileyiciydi. 

Çok beğendiğim yazarlardan olan ve İzansız Mahalle, Bir kuzgun Yaz gibi iki başyapıtı olan Mehmet Ünver'in eski bir kitabı İblisler ve Yıldızlar'ı da Mart ayında soluksuz okumuşum.

Bazen adından etkilenip okuduğunuz kitaplar olur. Eyfel Kulesi Kadar Kocaman Bir Bulut Yutan Kız 'ın meğer sadece adı ilginç değilmiş, hakkını veren bir başyapıtmış. Romain Puertolas'ın bu kitabından sonra Kule Görevlisi ve Postacı'lara bakışınız değişiyor...

Mustafa Hoş'un Hançer kitabı da müthiş konusu ve kurgusuyla geç kalarak okuyup beğendiklerimden.

Ne yazsa okunur yazarlardan biri olan Orhan Bahtiyar'ın Barut Kokulu Çiçekler'i yine bitmesin diye yavaş okuduğum nefis bir kitabıydı.Tam da bu kitabın üstüne okuduğum, konuları arasında zihnimin bağlantı kurduğu Hazal Pabuçcular'ın Türkiye ve 12 Ada konuyu bilen, az bilen, hiç bilmeyen herkes için sakin ve zengin bir anlatımla çok güzel bir çalışmaydı.

Filiz Erman'ın Ölüm Her Şeyi Silmez, Patrick Süskind'in Koku, John Grisham'ın gerçek bir öyküden yazdığı Masum Adam, Kurt Vonnegut'un Şampiyonlar Kahvaltısı, Zeyyat Selimoğlu'nun Kıç Üstünde Toplantı, Glenn Meade'nin başarılı çevirmeni Ali Cevat Akkoyunlu'nun Hedef İblis kitapları yılın diğer çok beğendiklerimdendi.

Gelelim yukarıda bahsettiğim tanışma faslına...

İlki aslında yıllardır tanıdığım biri, diğeri ilk görüşte aşk !

İlkinden başlayayım. Bir yazarı 20'li yaşların başında okuyup anlamamak 50'li yaşlarda çok beğenmek gayet doğal veya bunu beğenmek beğenmemek yerine daha fazlasını anlayabilmek olarak yorumlamak daha doğru olacaktır. Paulo Coelho benim için güzel örnek oldu. 11 Dakika'yı 2004'de okumuşum, Simyacı'yı okudum diye düşünüyorum ama  yılı meçhul, belki bir final zamanı üniversitede, belki İstanbul'a taşındığımda... Simyacı'yı 2019 yazında okuyunca Coelho külliyatını okuyayım fikri oluştu ve bu yıl epey kitabını okudum ve bazı-bence- tekrarlar olunca şimdilik 4 kitapta (Simyacı, Zahir, Aldatmak, Veronika ölmek istiyor) durdum, 5.yi yarım bıraktım. Simyacı dışında Zahir en güzeliydi...

Kazuo Ishiguro'ya gelince, ilk görüşte aşk ! İlk olarak muhtemelen en iyi kitabından başladım: Günden Kalanlar. Bir kaç sayfa sonra bıraktım, bu adam kimmiş nasıl nobel almış, niye İngilizce yazmış hepsini öğrendim. Türkçe'ye çevirilen tüm kitaplarını okumalıyım dedim ! Ishiguro'nun çok farklı konulardaki romanları yazması bir başka takdir konusuymuş, aynı fikirdeyim. Temmuz'dan beri 4 kitabını (Günden Kalanlar, Uzak Tepeler, Beni Asla Bırakma, Öksüzlüğümüz)  okudum... Kalanları 2020'de okumak hedefim var.

Gelelim 2019 sıralamasına, farklar hep burun !

7. HÜLASA- YALÇIN ERGİR


Yalçın Ergir'in 7 kitaplık Düş Hekimi serisi, hayatımı sorgulama ve yazma konusunda bana ilham veren en önemli kaynaktır. Ankara'dan yolu geçenlerin "aaa aynı benim duygularım" dediği satırların yazarı yine tebessüm-göz yaşı ikilisini bolca kullanmış. Kızılay'daki Piknik'i bilenler hikayesini de okusunlar derim. Yalçın Ergir 'in yanlış hatırlamıyorsam orada çalışmışlığı da vardı. Hem orada, hem trende makinist yanında, hem evlere sipariş götüren kurye olarak çalışıp yazan bir diş hekimi...

6. KAYIP HAYALLER KORUYUCUSU- BİGE GÜVEN KIZILAY

Kehribar Zamanında Aşk gibi mükemmel bir biyografik romanın yazarı bu kez 2019'da yazdığı nefis bir konu ve romanla karşımızda. Bir baba çocuklarına "bu yıl 5 yıldızlı bir tatil köyü yerine, aileden kalma babaannenizin hiç gitmediğimiz köy evimize gideceğiz" diyor, olur mu diye kıyamet kopuyor ama gidiliyor... 

5. SİMYACI- PAULO COELHO 

Düşlemek ve düşüne ulaşmak diye özetlemek gerek. Cavafy'nin Ithaka şiirini üniversitedeki son dersimizde çok sevdiğim bir hocam olan Güliz Ger hediye etmişti. Önemli olan hedef değil,yolculuk... Simyacı'yı çocuk, genç, yaşlı, iş adamı, ev hanımı, mühendis, DJ, bakkal, sporcu, iç mimar, uzun yol kaptanı,  memur, politikacı, reklamcı herkes okumalı ve bir 10 yıl sonra tekrar okumalı....

4. BENİ ASLA BIRAKMA- KAZUO ISHIGURO


Bu kitapta tercüme hataları var galibe diye bırakma aşamasına gelmiştim. İyi ki devam etmişim,meğer hata değilmiş... Konusu hakkında yorum yapmamak daha doğru. Okul yıllarım (bilhassa hazırlık) aklıma defalarca geldi. Kayıp şeylerin bulunduğu kasaba kısmı büyüleyici. Hüzünlü, gerçek olabilecek (belki gerçek) nefis bir roman. Filmi de var, henüz izlemedim...

3.AŞK DERSLERİ- ALAIN DE BOTTON

Bu yıllar önce okumuş olmak isterdim ama 2016'de yazılmış bizde 2019'da çıkmış. Okusaydım, muhtemelen anlamaz veya ben bunları biliyorum derdim. Aşk, uyuşma, bozuşma, alınma, cinsellik, ilişkiler, alışkanlıklar, kaçamak, yaşamak ve ölüm üzerine, yani hepsi bir arada yazılmış en iyi kitaplardan biri. Aynı olaya bir kadın nasıl bakar, bir erkek nasıl algılar... Alain de Botton kitapları benim için 10 üzerinden 10 veya 10 üzerinden 5 olarak gider. Bu 10, yıldızlı !

2. KUMANDANI ÖLDÜRMEK-HARUKİ MURAKAMİ



Murakami benim düşlediğim ama kendimden bile sakladığım konuları biliyor ve dahası yazıyor gibi hissediyorum. Yine müthiş bir sadelik içinde ama bu defa James Bond tarzı yaşayan gizemli bir adam bay Menşiki ve bir aşk acısıyla arkadaşının dağdaki evinde yaşamaya karar veren ressam baş rollerde... Murakami kitaplarının olmazsa olmazı bir kuyu yine var. Tabii bolca kitap ve plakla...

1. GÜNDEN KALANLAR-KAZUO ISHIGURO


Filmi de çok güzel elbette ama öncelikle kitap okunmalı. Adanmışlık, ümit etme, sevdiğine-inandığına toz kondurmama, naiflik üzerine anılar ve bir yolculuk. Bir insanın aşık olduğunu düşündüğü veya sandığı birinin varlığı ve o duygunun dahi mutluluğu, o kişinin verdiği veya öyle sandığınız bir umut...Aşık olanın yine de adım atamaması ve yıllarca tek bir olaya takılması... Kitap ve film arasında bu duygularda fark var bence... Benim kadar geç kalmayın, her ikisine de...